Superhumanity

Cezaevi Mimarlıkları

Mabel O. Wilson

Türdeş olmamanın bu “ötekilik mekânı” çizgisi, rasyonel, politik İnsanla (Prospero, Avrupa kökenli yerleşimci) onun irrasyonel İnsan Ötekileri (Caliban kategorileri [yani madun Kızılderililer ve köleleştirilmiş zenciler]) arasına çekilmiş sosyo-ontolojik çizgiyi doğrulamaya yarıyordu.

– Sylvia Wynter, “Unsettling the Coloniality of Being/Power/Truth/Freedom” (“Varlık/Güç/Gerçek/Özgürlüğün Kolonyalliğini Sarsmak”)

2014 yılında, San Francisco merkezli “Sosyal Sorumluluk için Mimarlar/Tasarımcılar/Planlamacılar” (Architects/Designers/Planners for Social Responsibility – ADPSR), Amerikan Mimarlar Enstitüsü’nden (American Institute of Architects – AIA) mimarların infaz, işkence ve tecrit amacı taşıyan binaları tasarlamasını yasaklayan bir kuralın benimsenmesini talep etti. Halihazırda 80.000 civarında tutuklu bir tür hücre hapsinde yaşıyor, özellikle insanları tecrit etmek üzere tasarlanmış “supermax” cezaevlerinde tutulanlar da dâhil. Siyah veya hispanik kadın ve erkekler hem cezaevi popülasyonunda orantısız bir şekilde temsil ediliyorlar hem de tecrit cezası alanlar arasında da orantısız bir temsile sahipler.(2) ADPSR, acımasız, insanlık dışı ve küçük düşürücü edimler amaçlanarak tasarlanmış mekânların meslek tarafından tasdik edilmemesi gerektiği ve bunların “genel ahlak ve insan hakları standartlarına saygılı profesyonel uygulamayla temelde bağdaşmaz olduğu” yönündeki duruşunda gayet açıktı.(3) AIA ise, mesleki ahlâki değerlerini değiştirmesine yönelik bu talebi reddetti (her ne kadar şu anda bu ilk tepki yeniden değerlendiriliyor olsa da). Birleşik Devletler’deki meslekler arasında mimarlığın en az ırksal çeşitliliğe sahip olanlardan biri olduğu göz önüne alınacak olursa -Çalışma Bakanlığı’na göre mimarların %80’i beyaz- çoğunluğu siyah ve esmer tutuklulardan oluşan bir nüfusa yönelik ahlâkdışı muameleler için mekânların tasarlanmasını yasaklatma çabasının başarısızlıkla sonuçlanması hiç de şaşırtıcı değil.

Hapsedilmenin siyah ve hispanik Amerikalılar üzerindeki etkisini anlamak konusundaki eksiklik belki kısmen cezaevlerini kimin tasarladığıyla ilgili, ancak bu eksiklik aynı zamanda mimarlığın ırk ayrımcılığı yapan modern tarih ve bilim söylemlerindeki şeceresinden de etkileniyor. Bu, Aydınlanma ve Aydınlanma sonrası düşünceden mimarlık kuramlarının ve insan farklılığına ırk temelli bakan kuramların -insan ihtiyaçları ve modern öznelliği ele alan modern söylemlerin- ortaya çıkış biçiminin yaratmış olduğu bir sonuç.

18. yüzyılda, mimarlığın estetik karakteri ve tarihsel kökenleri üzerine Avrupalı mimarlar arasındaki tartışmalar, klasik mimarlık kuramının terk edilmesine teşvik etti. Kurucu öneme sahip bu modern mimarlık incelemeleri aynı zamanda hem doğa tarihinin hem de insanın, dünyanın ve evrenin doğasıyla ilgilenen felsefenin epistemik ve ontolojik bir sorgulamasından faydalanıyordu. Yine aynı dönemde, dünyayı bilmenin seküler biçimleri kiliseye ait doktrinleri altüst etmeye devam ediyordu. Avrupalı -filozof, devrimci, yurttaş ve mimar-, kendi kaderini tayin ettiğine ve özbilinç sahibi olduğuna inanıyordu. 20. yüzyılın başında tasarım modernizmi üzerine yazan Boris Groys’un iddiasına göre, bu kendi kendini şekillendirme edimi “tasarımın en yüksek biçimi”ydi, yani “öznenin tasarlanması”.(5) Hıristiyanlığın gücü ve etkisi zayıfladıkça, tasarım kendini gerçekleştirmenin bir vasıtası haline gelmişti, bu çerçevede “tasarım sorunları ancak özneye kendini nasıl göstermek istediği, kendine ne biçim vermek istediği ve kendini ötekinin nazarında nasıl sunmak istediği” soruları yöneltildiği takdirde yeterince ele alınmış sayılırdı. Benim iddiam, Groys’un “benlik tasarımı” olarak tanımladığı şeyin, Aydınlanma’nın çok daha erken bir safhasında, benliğin özünü sırf başkalarından değil, aynı zamanda başka şeylerden de ayırarak birey olma durumuna dair bir anlayışın şekillenmesi üzerine ortaya çıkmış olduğudur.

Yine kasıtlı bir şekilde, Avrupa kendini Ötekiler’den ayırdı, Groys’un çözümlemesi bu kritik sosyopolitik bağlamı da göz ardı eder. 15. ve 16. yüzyıllar boyunca farklı krallıklar Yeni Dünya, Afrika ve Asya’ya doğru keşif ve kolonileştirme seferleri yaptıkça Avrupalılar kendilerini ve kıtalarını eşsiz ve üstün olarak görmeye başladı. Din bilginleri ve bilim adamları insanları sırf diğer hayvan ve bitki cinslerinden ayırt etmenin ötesinde, kolonyal seyahatlerde karşılaşılan insanların görüntü ve davranışlarındaki farklılıkları da gözlemleyip rasyonelleştirmeye başladı. Denise Ferreira Da Silva’ya göre, “bilim ve tarihin üretken anlatıları, Aydınlanma sonrası Avrupa’da ortaya çıkmış öznenin istikrarlı bir şekilde dışında tutmuştur.”(6) Irk konusu insan farklılığının temsillerini ve kavramlarını söylemsel olarak ortaya çıkartmıştır, bu temsil ve kavramlar da niye dünya medeniyetini en çok ilerletebilecek olanların Avrupalılar olduğunu -başka bir deyişle, modern olma becerileri en yüksek olanın onlar olduğunu- onaylayan zihinsel ve fiziksel uygunluk hiyerarşilerini yerleştirmiştir.

Irk farklılığı, yaşamın idamesi için gereken kaynakların -yemek ve barınağın- eşitsiz dağıtımını körükleyerek modern yaşamın maddi koşullarını da yaratır hale geldi. Avrupalılar, Avrupa’nın ötekileri üzerindeki emperyal güçlerini genişletip sağlama almak için limanlar, depolar, yönetim binaları, plantasyonlar ve köle barakaları içeren bir mimari topluluktan oluşan kolonyal yerleşimler inşa ettiler. Atlantik aşırı köle ticareti ve -aşağı derecede oldukları ve akli yetilere sahip olmadıkları gerekçesiyle rasyonelleştirilen- Afrikalıların köleleştirilmesi, özellikle 18. ve 19. yüzyıllarda kolonilerde pirinç, şeker ve tütün ekimi için kilit öneme sahip bir işgücü sağlıyordu. Köle sevkiyatından toplanan zenginlik, hammadde ve piyasaya sürülebilir mamuller sırf Avrupa’nın hazinelerini, banka hesaplarını, kilise sandıklarını ve özel servetlerini doldurmakla kalmayıp, büyük şehirlerde hükümet binalarının, üniversitelerin, katedrallerin, bankaların, borsaların, fabrikaların ve kırsal malikânelerin inşasındaki patlamayı da finanse etti.(7)

Haiti devrimi bir istisna olmak kaydıyla, Fransızlar ve Amerikalılar kendi devrimlerinden sonra menkul köleliğe bir son vermekte başarısız oldu, hâlbuki bunun ardındaki mantık kendi kaderini tayin hakkı ve asli haklar gibi modern demokratik değerlere aykırıydı. Kendi kendini yöneten -artık monarşilerin kutsal yönetimleri altında olmayan- demokratik uluslar ortaya çıkarken, yeni hükümetin hukuki işlevlerinin ayrılmaz bir parçası olan cezaevleri de dâhil olmak üzere yeni bir sivil mimarlığın tasarlanıp inşa edilmesi gerekiyordu. Fakat Avrupa’nın ötekilerinin -hem Amerikan yerlilerinin hem de daha belirgin bir şekilde, azat edilmiş ve köleleştirilmiş siyahların- Birleşik Devletler’deki varlığı, cezaevlerinin tasarlanma ve kullanım biçimlerini ve Amerika’nın daha yeni tesis edilmiş demokratik değerleriyle köle temelli ekonomisi arasındaki çatışmayı karmaşıklaştırıyordu.

Cezalandırma ve Pişmanlık Mimarlıkları

Devlet adamı, doğa felsefecisi, plantasyon sahibi ve mimar Thomas Jefferson, 19. yüzyılın ilk on yıllarında kendisine ait Monticello plantasyonunun da bulunduğu Virginia eyaletinin Piedmont bölgesindeki Cumberland vilayeti için bir cezaevi tasarladı. Dostu Joseph Carrington Cabell’ın isteği üzerine 1823’te cezaevi planları Nelson vilayetinde uyarlanıp inşa edildi, Cabell’in ailesi bu bölgede birden fazla plantasyona sahipti. Jefferson’ın verimli ve kompakt tasarımı bir tanesi “yaramaz tutukluların”(8) konulacağı tecrit hücresi olmak üzere yedi tane hücre düzenliyordu. Jefferson, malzeme miktarlarını, fiyat aralıklarını ve özgür insan işgücü maliyetini -müteahhitlerin sahip olduğu kölelerin işgücü hesaba katılmamıştı- içeren kapsamlı bir malzeme listesi de -duvarlar için tuğla, parmaklıklar için demir, zeminler için kalay, mertek için tahta- sunmuştu. İnşaatın ayrıntıları güvenlik, temizlik ve dayanıklılık için hesaplanmıştı. Jefferson, bedenin “iktidarın hem nesnesi hem de hedefi” konumunda olduğuna dair Michel Foucault’ya ait gözlemi yansıtan bir şekilde hücrelerin bir köşesine her gün kireç dökülecek bir tuvaletle beraber bir de ocak yerleştirmişti.(9) Mimar aynı zamanda hücreleri işlenmiş suç, suçlunun cinsiyeti ve ırkına göre taksonomik bir kesinlikle isimlendirmişti.

İlk iki hücre “Beyaz Erkek ve Kadın Borçlular”ı tutmak üzere tasarlanmıştı. Girişin sağında ve solunda bulunan bu iki hücre cezaevinin ön cephesini kaplıyordu. Burası dışarıdan gelen ziyaretçilerin en kolay erişeceği alan olacaktı, bu da borçluların muhtemelen borçlarını ödeyip alacaklıları memnun ettikten sonra hemen serbest bırakılacağına işaret ediyordu. Borçlularla suçlular arasındaki ayrım büyük olasılıkla hapishane nüfusu içerisindeki sınıf farklılıklarının yanında tedbirsizce alınmış kararlar sonucunda da kişi borçlu duruma düşebilecekken, suçun daha derin ahlaki eksikliklerden kaynaklandığı görüşünü yansıtıyordu.

“Beyaz Erkek ve Kadın Suçlular” için Jefferson sol tarafta iki oda tahsis etmişti. Virginia eyaleti müşterek hukukuna göre kadın ve erkekler suç niteliği taşıyan pek çok faaliyetten dolayı hüküm giyebiliyordu. Beyaz erkek suçlular yargılanmayı, cezanın infazını veya idamı beklerken hapsedilebilirken beyaz kadın suçlular nadiren hapiste uzun süreli olarak tutuluyordu. Evlilik müessesesi beyaz kadınları -eşler, anneler ve kız çocukları- ev içi düzenin özel alanında saklıyordu, yani onların ahlâkını disipline etme ve namuslarını koruma sorumluluğunu kocalar taşıyordu. Beyaz kadınlar -özellikle de hırsızlar ve seks işçileri- yasayı çiğnerken yakalandığında mahkemeler tarafından cezaevine gönderilmek yerine bir hayır kurumu veya dini bir ıslah kurumunun bakımı ve idaresine veriliyordu.(10)

Jefferson, cezaevinin arkasındaki iki köşe hücrenin arasına dar bir tecrit hücresi yerleştirdi. Bu hücre tipi yeni bir buluştu, Büyük Britanya ve Fransa’daki cezaevlerine henüz yeni eklenmeye başlanmıştı, Jefferson da Amerikan Bağımsızlık Savaşı’nın bitmesinden kısa bir süre sonra Fransa’da diplomat olarak görev yaptığı sırada bu cezaevlerine denk geldi ve bazı dersler çıkardı. Jefferson Paris’teyken Fransız mimar Charles-Louis Clérisseau ile birlikte Virginia eyaleti için sivil mimarlık yapıları tasarladı; Virginia Eyalet Kongre Binası, vali için bir konut ve bir de devlet cezaevi bu yapılar arasındaydı. Mimar Pierre Gabriel Bugniet’nin Fransız tecrit hücreleri için çizdiği tasarım Jefferson’ın ilgisini çekmişti, Virginia devlet cezaevinin tasarımında da kaba hatlarıyla bu çizimleri temel aldı. Bugniet’nin projesi içe bakış ve derinlemesine düşünme gibi fikirlerin ahlâkdışı davranışları düzeltebileceğini savunuyordu.(11) Çizdiği plan aynı zamanda hava akımını kolaylaştırıp hastalıkları önlemek için hücrelerin arasına avlular ve pencereler yerleştiriyordu.(12) Bu ahlâki ve fiziksel yenilenme Jefferson’ı büyülemişti, otobiyografisinde bundan şu sözlerle bahsediyordu:

“İngiltere’deki hükümetin bazı suçlular üzerinde hücre hapsinde mesainin etkileri üzerine bir deney yapılmasına müsaade ettiği bir hayır cemiyetinden haberim olmuştu… Kamu çalışmaları yerine hücre hapsinde mesai fikrini uyandırabileceği umuduyla, alışılmış bir cezaevi planı yerine bu haberi [Virginia’nın başkentinin imarından sorumlu] yöneticilere ilettim.”(13)

Jefferson ayrıca kuzeydeki Quaker mezhebi mensuplarının hücre hapsini, suçlu davranışı ve faaliyetlerinden pişmanlığın bir biçimi olarak savunduklarını biliyordu, Quaker’lar tecridi hükümdarların keyfine göre uygulanan bedensel cezalandırma yöntemlerinden daha insancıl ve adil buluyorlardı.(14)

Zenci: İnsan mı, insandan aşağı mı?

Aydınlanma dönemi ve Aydınlanma sonrası doğa tarihçileri, insanların mono-genetik veya poli-genetik kökenleri üzerine yüksek sesle tartışırken Afrikalıların, Asyalıların ve Amerikan yerlilerinin Avrupalılarla aynı türden gelişip gelişmediği üzerine tahminler yürüttü. Karakter ve fizyonomiye dair bu sorularda coğrafya ve jeoloji merkezi bir öneme sahipti. Immanuel Kant’a göre “zenciler ve beyazlar farklı insan türleri değildir (zira büyük ihtimalle aynı soya aittirler), ancak bunlar farklı ırklardır çünkü ikisi de her bölgede yaşamlarını sürdürebilir ve aralarında çocuk yapabilirler, bu çocuklar da ister istemez melez ya da karışım (mulatto) olur.”(15) Afrika kökenli insanların akıl yürütme kabiliyeti ve dolayısıyla “ilkel” bir kültürden fazlasını yaratabilecek ahlaki ve düşünsel yetilere sahip olup olmadıkları, araştırma ve çözümlemeleri çoğunlukla kolonyal seyyahların rapor ve günlüklerine dayanan doğa felsefecileri ve tarihçiler tarafından araştırıldı.(16) Örneğin Kant, ulusal karakter üzerine kafa yorarken şu gözlemde bulunmuştu: “Bay [David] Hume, bir zencinin herhangi bir yetenek sergilediği bir örnek gösterilemeyeceği konusunda herkese meydan okuyor ve ülkelerinden başka yerlere taşınmış yüz binlerce siyahtan birçoğunun serbest bırakılmış olmasına rağmen, aralarından sanat veya bilimde muhteşem bir şey sunmuş veya takdire değer herhangi bir vasıf sergilemiş olanına rastlanmadığını iddia ediyor.”(17) Fiziksel ve zihinsel özellikler, iklim ve coğrafyaların karşılaştırmalı çözümlemeleri aracılığıyla çoğu doğabilimci Afrikalıların ve zencilerin nerede yaşarlarsa yaşasınlar, ilkel bir durumun ötesine evrilme kapasitesi neredeyse hiç olmayan, aşağı bir ırk olduğu sonucuna ulaşmıştı.

Bağımsızlık savaşının ardından ulusal ekonomi için sağlam bir temel kurma ihtiyacı köleleştirilmiş emek gücünü ulusun zenginliğinin yeniden inşası için elzem kılıyordu. Bu aynı zamanda ülkenin beyaz nüfusunun yaşamını idame ettirebilmesi için de gerekliydi. Amerikan İç Savaşı’nın sonlanması, herkes için özgürleşme, yurttaşlık ve yasal koruma bahşeden anayasal değişiklikler getirmişse de bunun öncesinde siyahlar, kendilerini tüm haklardan mahrum bırakan müşterek hukuk ve vahşi köle yasalarıyla boğuşuyordu. Siyahların çoğu, sosyokültürel inanç ve adetleri hiç gecikmeden siyahları insandışılaştıran beyaz Amerikalılar arasında yaşıyordu. Köleleştirilmiş siyahlara dönük her türlü adaletsizlik ya da suç genellikle hukuk düzeninin dışında çözülüyordu. Siyahlar bir suç isnat edildiğindeyse dava beyaz hakimler tarafından görülüyor ve tamamı beyazlardan oluşan jürilerce karara bağlanıyordu. Saidiya Hartman’ın köle kadınları hedef alan tecavüz vakalarının niye çok nadiren karara bağlandığı üzerine yazarken, “kişi ve mülkün zikredilmesi rıza, irade ve eyleyicilik sorunlarını karmaşıklaştırıp garip bir hale getiriyordu.”(18)

Notes on the State of Virginia (Virginia Eyaleti üzerine Notlar – 1785) başlıklı kitabında, Jefferson Monticello’daki yüzden fazla kölesinin davranış ve karakterlerine yönelik aklıevvel gözlemlerine dayanarak zencilere karşı “fiziksel ve ahlaki temelli itirazlarını” dile getirdi. Zencilerin, güzelliği en şehvetli hali dışında takdir etme ya da taklitçilik yapmadan gerçek estetik değere sahip eserler yaratma becerilerinden yoksun oluşu, doğal zihinsel aşağılıklarına dair yeterli kanıtı sunuyordu Jefferson’a. Jefferson ayrıca hatırlama yetisi açısından beyazlarla eşit olduklarını ama zencilerin akıl yürütme, matematik ve bilimleri anlamada kesinlikle aşağı olduklarını gözlemlemişti. Jefferson, “onların tahayyülünde bu konuların sıkıcı, tatsız ve anormal” olduğunu kınayarak belirtiyordu.(19)

Asli hakların -her insanın özgür doğduğu fikrinin- bir savunucusu olan Jefferson politik kariyerinin başlarındayken kölelerin kademeli olarak özgürleştirilmesi ve uluslararası köle ticaretinin ortadan kaldırılmasını savunmuştu. Fakat Jefferson’ın iddiasına göre ulusal çapta bir özgürleştirme girişimi ancak siyahların özgürleştirildikten sonra Birleşik Devletler’i terk edip Batı Hint Adaları veya Afrika’ya göç etmeleri halinde başarılı olabilirdi. Virginia Eyaleti üzerine Notlar’ında, Jefferson “siyahları niye elimizde tutup ülkeye katmayalım?” sorusunu, “beyazlardaki köklü önyargılar, uğradıkları zararlara dair siyahların on bin anısı, yeni kışkırtmalar, doğanın yarattığı gerçek ayrımlar”dan dolayı diyerek yanıtlıyordu.(20) Jefferson’ın 1787’de Sierra Leone’yi kuran İngiltere’deki benzer hareketlerle benzerlik taşıyan önermesi, Birleşik Devletler’de kolonizasyon hareketinin temeli olacaktı. 1816 yılında kurulan Amerikan Kolonizasyon Derneği (American Colonization Society) üyeleri arasında ABD Kongre Binası’nın mimarı William Thornton ve Britanyalı mimar Benjamin Henry Latrobe’un oğlu da vardı. Birleşik Devletler’in 1821’de Liberia’yı kurmasıyla birlikte, siyahların ulusun dokusuna entegrasyonu arzu edilen bir yol olmaktan çıkmıştı. Kölelik karşıtı kuzeyli beyazlarla Jefferson gibi düşünen Orta Atlantik bölgesindeki köle sahipleri arasında bir ittifak kuran kolonizasyon hareketi, özgürlüğünü kazanmış zencinin ne Amerika’nın demokratik toplumunda ne de ulusal sınırları içinde bir yeri olduğunu üstü kapalı bir şekilde kabul etti.

Şimdi Jefferson’ın 1823 tarihli vilayet cezaevi tasarımına geri dönüp sağ tarafta “Siyah Kadınlar ve Erkekler” için ayrılmış iki hücrenin özel anlamını açabiliriz. Jefferson’un bu hücrelerin yukarısına “borçlu” ya da “suçlu” tabelalarını eklememiş olması dikkate değerdir, bu hücreler büyük olasılıkla ya efendilerinden veya -Jefferson’un Louisiana bölgesini satın almasıyla ortaya çıkan sınır bölgelerinde toprağı sürmeleri için- satılmak üzere batıya doğru nakledildikleri sırada kaçarken yakalanan köleler için tasarlanmıştı. Diğer bir deyişle, bu hücreler özel mülk için yapılmış nezarethanelerdi.

Yetkililer köleleştirilmiş erkek ve kadınları suç faaliyetlerinden dolayı nadiren hapsediyordu, bunun yerine uygunsuz ya da yasalara aykırı davranışlara karşı sert önlemlere -dayak veya ölüm-başvuruluyordu.(21) Bir kölenin suç niteliği taşıyan eyleminin -örneğin kalkışma planlamak, cinayet ya da beyaz bir kişiye karşı şiddet- kamu tarafından cezalandırılması, köleleri itaatsizlikten caydıracak bir işleve sahip olmadığı sürece köleleştirilmiş bedenin disipline edilmesi, köle sahiplerinin yargısına bağlıydı, onlar da küçük ihlaller karşısında farklı biçimlerde cezalar dağıtıyordu. Demir pranga, tasma ve ağızlıkların üretimi ve kullanımının yanı sıra kölelerin yaşam alanındaki kırbaç direğinde yapılan düzenli cezalandırıcı adalet gösterileri, köle tacirleri, sahipleri, gözetmenleri ve devriyelerinin kişiye boyun eğdirmek ve yasalara uygun, itaatkâr tutumu sürdürmek için kullandıkları şiddet rejimleriydi. Siyah köle bedeni, Hartman’ın ifadesiyle “köleliğin rutinleşmiş şiddeti”nin mekânı haline geldi. Güneyliler bu yöntemler aracılığıyla köle nüfuslarının disipline edilmesini kamusal olmaktan çok özel bir mesele haline getirdi, bu aynı zamanda kölelik düzeninin acımasızlığına dair anlaşmazlıkları politik tartışmanın kamusal alanı dışarısında tutmaya yönelik bir çabaydı.

Söz konusu iki “siyah” hücrede suç işleyen azat edilmiş siyah kadın ve erkekler de tutulacaktı. Azat edilen kölelerin mali bir yük haline gelmesi, beyaz çalışanların maaşlarını düşürmesi, suç tehdidi yaratması ya da köle isyanlarını tetiklemesinden korkan Virginia eyaleti, 1793 yılında azat edilmiş siyahların eyalete göçünü kısıtlayarak azat edilmiş erkek ve kadınların ya yerel makamlara kaydolmalarını ya da azat edilmelerinden sonra geçen bir sene içerisinde eyaleti terk etmelerini zorunlu hale getirdi.(23) Eyaletten göç etmedikleri takdirdeyse özgürlükleri yeniden ellerinden alınacaktı. Azat edilmiş siyah bir kişi suç işlerken yakalanırsa tutuklanıp işlediği suçun ağırlığına bağlı olarak köle olarak tekrar satılacaktı. Azat edilmiş siyahlar suç işlediğinde daha ağır cezalara çarptırılıp ve daha uzun süre hapis yatıyordu. Yurttaş özgürlüklerinden mahrum olmalarına -hareket özgürlüğü ve daha yüksek vergilerin yanında şiddet ve köleleştirilme tehditlerine- rağmen çok sayıda özgürleşmiş siyah, halen köle olan aile üyelerinin yakınında kalmayı tercih ediyordu.(24) 1820 yılında Virginia’da yaklaşık 30.000 özgür insan yaşamaktayken, köleleştirilmiş ve azat edilmiş siyahlar Birleşik Devletler’in toplam nüfusunun üçte birinden fazlasını oluşturuyordu.(25)

Diğer güney eyaletleri gibi Virginia da siyahların insanlığını ve eşitliğini tanımayı reddetti. İç savaş öncesi Virginia’da Afrika kökenli olmak demek, kişinin sadece menkul kölelik sisteminde bir mal olarak yaşayabilmesi anlamına geliyordu. Elbette, hem siyah hem de özgür olmak bir anomaliydi. Haklardan ve yurttaşlıktan yoksun bırakılmış ve bir mal durumuna indirilmiş olan siyahlar, Virginia yasalarınca insanlıktan çıkarılmıştı; gündelik yaşamın mekânlarını oluşturan da yine bu yasalardı. Yönetimi elinde tutan plantasyon sahibi sınıfın çoğunluğu gibi Jefferson da tüm yaşamı boyunca seyahat ettiği her yerde ailesinin kişisel ihtiyaçlarının karşılanması ve Virginia’daki plantasyonlarının ekilip biçilmesi için köleleştirilmiş siyahlara bel bağlamıştı. Yakındaki Cumberland ve Nelson vilayetleri için çizdiği cezaevi planları aracılığıyla Jefferson ırksallaştırılmış modern bir hapsetme aygıtı, 20. yüzyıl boyunca evrimine devam etmiş bir esaret ve şiddet tipolojisi tasarlamış oldu.

Plantasyondan Cezaevine

Irksal karakter ve fizyonomi üzerine tartışmalar, 19. yüzyılda icat edilen “İnsan Bilimleri” -biyoloji, antropoloji ve sosyoloji gibi disiplinler- kendinden önce gelen ırksal farklılık kavramlarını doğallaştırana dek sürdü. Da Silva’ya göre “insan bilimciler, on sekizinci yüzyıl doğa bilimcilerinin ancak tarif edebildiği ve insanın çerçevesini belirleyen felsefecilerin ancak doğru olarak varsayabildiklerini kanıtlamaya çalıştı.”(26) 20. yüzyıla gelindiğinde, ırk ve ırksallık -ırkın üretken işaretleri- Avrupa’nın Ötekileri’nin fiziksel (bedensel) ve zihinsel (ahlaki) aşağılığını nesnel bir gerçeklik olarak rasyonelize edip doğallaştırmıştı. Modern plancılık, kalkınma politikaları ve neoliberal ekonominin mantığı da, Avrupa’nın Ötekileri’nin varoşta, gettoda, favela’da, toplu konutlarda, banliyöde ve elbette cezaevinde insandışılaştırılmaya ve marjinalleştirilmeye devam edilmesini meşrulaştırdı.

Plantasyonların çitle çevrilmiş alanları cezaevlerinin hapis mekânlarına doğrudan bağlanır. Örneğin Louisiana Eyaleti, iç savaş sonrası yeniden inşa döneminde yeni cezaevini eskiden Angola adıyla bilinen -burada çalışan kölelerin kökeni Afrika’daki Angola bölgesiydi- plantasyonların bulunduğu parsellerin üstüne kurmuştur. Sırf plantasyonun eski yaşama alanı değil, aynı zamanda tarım faaliyetleri ve siyah hükümlülere dayatılan şiddet rejimleri de Angola cezaevinde etkin bir şekilde kullanılmaya devam etmiştir, ayrıca buradaki siyah hükümlüler tıpkı köleleştirilmiş ataları gibi cezaevi yönetimi ve eyaletin kazancı için kiraya verilmiştir. Angola plantasyonunun bir cezaevine uyarlanması köleliğin suistimallerini modern hapis cezasına bağlar. 72 kilometre karelik bir alana oturan ve “Çiftlik” (“The Farm”) olarak da tanınan Angola’daki Louisiana Eyalet Cezaevi, Birleşik Devletler’in en büyük maksimum güvenlikli cezaevi olarak işlemeye devam ediyor. Cezaevinin “supermax” hücre bloklarında tecrit cezaları on yıllarca sürebiliyor.(27)

Milyar dolarlık bu endüstriyel kompleks, gittikçe daha fazla özelleştirilen kurumsal yönetim sistemiyle siyah erkek ve kadınları insandışılaştırırken kölelik düzeninin caniliğini sürdürüyor. ADPSR’nin AIA nezdindeki talebi, mimari uzmanlığı Amerika’nın insanlık dışı ve sömürücü hapis sistemiyle arasında yüzyıllardır süren üretken bağlantıdan kurtarmak yönünde asil bir çabanın işareti. ADSPR’nin hedefi, mimarların cezaevi endüstriyel kompleksinin en şiddet yüklü mekânlarını tasarlayarak kazanç sağlamasını kısıtlamak. Belki de o zaman mimarlık mesleği siyah hayatların gerçekten de önemli olduğunu kabul eder.
(1) Sylvia Wynter, “Unsettling the Coloniality of Being/Power/Truth/Freedom: Towards the Human, After Man, Its Overrepresentation—An Argument,” The New Centennial Review, 3:3, Sonbahar 2003, s. 313-14.

(2) New York Advisory Committee on the U.S. Commission on Civil Rights, “The Solitary Confinement of Youth in New York: A Civil Rights Violation,” Washington, D.C.: U.S. Commission on Civil Rights, s. 19. Bkz. http://www.usccr.gov/pubs/NY-SAC-Solitary-Confinement-Report-without-Cover.pdf, erişim tarihi 12 Temmuz 2016.

(3) Bkz ADPSR’nin etik reformu üzerine açıklaması, http://www.adpsr.org/home/ethics_reform, erişim tarihi 2 Temmuz 2016.

(4) ABD Çalışma Bakanlığı İşgücü İstatistikleri Bürosu (U.S. Bureau of Labor Statistics) meslekler hakkındaki verileri tasnif etmektedir. Bkz. http://www.bls.gov/cps/cpsaat11.htm. Erişim tarihi 2 Temmuz 2016. Cezaevi inşası üzerine son dönem istatistikleri “supermax” cezaevlerinin diğer tesislere kıyasla iki ilâ üç kat daha yüksek maliyetli olduğuna dikkat çekiyor. Bkz. Solitary Watch, “High Cost of Solitary Confinement,” http://solitarywatch.com/facts/fact-sheets/, erişim tarihi 1 Temmuz 2016.

(5) Boris Groys, “The Obligation to Self-Design,” e-flux Journal #0 (Kasım 2008): 2. Accessed June 14, 2016.

(6) Denise Ferreira Da Silva, Toward a Global Idea of Race, (Minneapolis: University of Minnesota Press, 2007) s. xviii.

(7) Bkz. Eric Williams, Capitalism and Slavery, Chapel Hill: University of North Carolina Press, 1994 ve Simon Gikandi, Slavery and the Culture of Taste, Princeton: Princeton University Press, 2004.

(8) Thomas Jefferson, “Miscellaneous Buildings prison(plan), verso, undated.” N488 [elektronik baskı]. Thomas Jefferson Papers: An Electronic Architect. Boston: Massachusetts Historical Society, 2003.
http://www.thomasjeffersonpapers.org/, erişim tarihi 2 Temmuz 2016.

(9) Michel Foucault, Discipline and Punish: The Birth of the Prison, New York: Vintage Books, 1995, s. 136.

(10) Mark E. Kann, Punishment, Prisons, and Patriarchy: Liberty and Power in the Early American Republic, New York: New York University Press, 2005, s. 81.

(11) ABD’de cezaevi kavramı 1774 yılında Benjamin Franklin önderliğindeki bir grup Quaker tarafından kurulan Walnut Street Cezaevi’nin inşasından sonra hızla yayıldı. Michel Foucault, Walnut Street’in “yaşamın çok sıkı bir zaman çizelgesine göre bölüntülendirildiği” bir deney olarak tarif etmişti.

(12) Howard C. Rice, Jr. “A French Source of Jefferson’s Plan for the Prison at Richmond,” Journal of Society of Architectural Historians, Cilt 12, No. 4, Aralık 1953) s. 28-30.

(13) Thomas Jefferson, Autobiography of Thomas Jefferson, Mineola, NY: Dover Publications, Inc., 1959, s. 42.

(14) Foucault, Discipline and Punish, s. 124.

(15) Immanuel Kant, “On the Different Races of Men,” (1777), Race and the Enlightenment, derleyen Emmanuel Chukwudi Eze, Cambridge ve Oxford: Blackwell Publishers, Inc., 1997, s. 40

(16) Bkz. David Bindman, From Ape to Apollo, Aesthetics and the Idea of Race in the 18th Century, Ithaca: Cornell University Press, 2002.

(17) Immanuel Kant, “On National Characteristics, so far as They Depend upon the Distinct Feeling of the Beautiful and Sublime,” derleyen Emmanuel Chukwudi Eze, Cambridge ve Oxford: Blackwell Publishers, Inc., 1997, s. 55.

(18) Saidiya Hartman, Scenes of Subjection: Terror, Slavery, and Self-Making in Nineteenth Century America, Oxford: Oxford University Press, 1997, s. 80.

(19) Bkz. Thomas Jefferson, “Query : Administration of justice and description of the laws,”Notes on the State of Virginia (1785), çevrimiçi belge, Avalon Project: Documents in Law, History, and Diplomacy, Yale Law School, erişim tarihi 22 Temmuz 2016.

(20) Agy.

(21) Paul Finkelman, “Slavery in the United States: Persons or Property?,” The Legal Understanding of Slavery: From the Historical to the Contemporary , derleyen Jean Allain, Oxford: Oxford University Press, 2012, s. 105 – 134.

(22) Hartman, Scenes of Subject, s 4.

(23) Ellen D. Katz, “African-American Freedom in Antebellum Cumberland County, Virginia – Freedom: Personal Liberty and Private Law,” Chicago Kent Law Review, Cilt 70, No. 3, 4. Makale, s. 952. http://scholarship.kentlaw.iit.edu/cgi/viewcontent.cgi?article=2979&context=cklawreview, erişim tarihi 3 Temmuz 2016.

(24) Katz, s. 952-53.

(25) Foucault, Discipline and Punish, s. 232. 1820’de Virginia’daki toplam köle sayısı 425.153’tü. Azat edilmiş erkek ve kadınların toplamıysa 39.889, yani eyaletin siyah nüfusunun yüzde dokuzuydu.

(26) Denise Ferriera Da Silva, Toward a Global Idea of Race, (Minneapolis: University of Minnesota Press, 20, s. 120

(27) Bkz. Thomas Beller, “Angola Prison in the Shadow of Slavery”New Yorker Magazine, 19 Ağustos 2015, erişim tarihi 3 Temmuz 2016. http://www.newyorker.com/culture/cultural-comment/angola-prison-louisiana-photos. Ayrıca bkz. Uluslararası Af Örgütü (Amnesty International), “The Angola Three”, http://www.amnestyusa.org/our-work/cases/usa-the-angola-3, erişim tarihi 9 Temmuz 2015.