Superhumanity

Efendiler ve Köleler

Lydia Kallipoliti

Aristofanes, Platon’un sempozyumunda eros (έρως) üzerine konuşması için çağrıldığında insan doğasının köküne, üç ayrı cinsiyetin doğal, bedensel gerçekliğine dönmüştü: erkek, kadın ve ortadan kaybolmuş olan erkekkadın (αρσενικοθήλυκο).(1) Sonuncusu, aralarında en güçlü ve hızlı olandı, hem erkeğe hem de kadına ait nitelikleri bir araya getiriyordu. Yuvarlak ve bütünlüklü bir görünümün yanında dört kolu, dört bacağı, iki suratı ve her yanında bir sırtı vardı. Yaratık iki ayak üstünde doğrulmuyor, asla dikey durmuyordu. Yürümüyordu, ama toparlak bir şekle bürünerek yuvarlanıyordu. Sahip olduğu bütünlüğün gücü tanrılar için bir tehdit haline gelmişti, bu yüzden Zeus üçüncü cinsiyeti ortadan kaldırmak yerine onun üstünlüğünü zayıflatacak bir makine icat ederek cinsiyetleri ayırmak için bir yıldırım gönderdi.(2) Yaratık parçalanır parçalanmaz iki yarısı da tutkuyla birbirlerine doğru koşacaktı, zira yaratığın tekrar bir olma arzusu açlık veya hayatta kalma kaygısından daha güçlüydü. Bu yüzden, Aristofanes’e göre eros asıl kökendeki birliğe ulaşmak uğruna yapılan eziyet dolu yolculuk olarak insan doğasına içkindir.(3) Eros bu ikisinin birleşimini birden fazla yapmaya ve böylelikle ikisinin de bölünmüş bir simgenin iki parçası olmalarından kaynaklanan eksikliğe çare bulmaya çalışır.

Aristofanes’in ikiliğinin yerine daha sonra Symposium’da Diotima’nın eros yorumu (Sokrates’in anlatımıyla) geçmiştir: Eros bedenin süzülen parçalar halinde çok boyutlu bir diaspora’sıdır (διασπορά), sadece ötekini değil kendi bedeninin de parçalarını arayan parçalanmış bir ego. Bunun akabinde, erotik arzunun hem tamamlanma özleminden hem de bedeni ve kimliğiyle “benliği” çoğaltmak ve büyütüp sonsuzluğa uzatmak için duyulan şiddetli bir arzudan kaynaklandığı anlatılırken, eros’un bedenin “ötekine” olduğu kadar “benliğe” de yönelmiş olduğu su yüzüne çıkar.

Kendimizi tasarlama, düzenleme ve çoğaltmamızın hikâyesi, aşkın olduğu kadar köleliğin de hikâyesidir. Milattan önce yaklaşık 380 yılından milattan sonra 1974’e atlandığında taşıyıcısını tümleyecek ve kat kat artıracak replika bir beden arzusu, NASA’nın 4046262 numarasıyla patentini aldığı gelişmiş bir mühendislik deneyi olarak geri döner.(4) Epeyce tartışma yaratan “efendi-köle” ifadesi insan-makine entegrasyonu başlığı altında 1950’lerin sonlarından bu yana insan biçimli manipülatör sistemleri ve daha sonra bilgisayar ağları için istikrarlı bir şekilde kullanılmıştır. Söz konusu patentte “köle”, bedenin mekanik bir replikası ve “efendi”nin -kullanıcı üzerinde neredeyse hiçbir sonucu olmadan- düşünülemez ağırlıkta yükler taşıyıp her türlü hasara dayanmak üzere tasarlanmış zırhıdır. Bu terim ikilisi daha sonra merkezi bir iletişim protokolünü tarif etmek için kullanılmıştır: efendi olarak adlandırılan bir cihaz ya da işlem tüm diğerlerini -köleleri- kontrol eder. Dağıtılmış bilgi işleme yöntemlerinin yükselişiyle beraber 2003 yılında “efendi/köle” ikilisi önce Los Angeles İdari Bölgesi tarafından yasaklandı, ardından da Global Language Monitor tarafından yılın en berbat ve saldırgan ifadelerinden biri olarak seçildi. Yine de bilgisayar kuramı halinde yeniden ifade edilmiş egemenlik politikasının ötesine bakma cüretini gösterirsek bulacağımız şey melankoli ve derin bir kaygının olduğu kadar mekanize edilmiş otoritenin hikâyesidir. Hiçbir kanıtı olmayan bir efsaneden başlayıp dikkatle tasarlanmış bir patente varan zaman yolculuğumuzda bedenlerimizin çoğaltılması, şizoid varoluşumuzun sürekliliği ve bütünlük yanılgısını açıkça ortaya koymaktadır.

Halihazırda sosyal medyanın (Facebook, LinkedIn, Twitter, Instagram vb.) yaygın kullanımı, “benliği” veri parçalarından oluşan dikkatle tasarlanmış bir varlığa yansıtan dijital kimlikleri özenle inşa edip sürekli düzenlememizi gerektiriyor. Her ne kadar bu uygulama kelimenin tam anlamıyla bedenin fiziğini kopyalayan mekanik insan biçimli bedene benzemese de, benliğin çevrimiçi yeniden üretimi yine de bir tür efendi/köle ilişkisi ve maddileştirilmiş ya da anlatılmış bir görüntüye duyulan özlemi pekiştirir. Etten ve kemikten olan fiziksel bedenlerimize kıyasla dijital benliklerimiz muhtemelen bizim çok daha sahih tasvirlerimizdir. Her iletide tasarımımızı nasıl yansıtacağımızı son derece dikkatlice gözden geçirip kontrol ediyor ve saflaştırıyoruz. Sherry Turkle’ın iddia ettiği gibi, ileti göndermek, olmak istediğimiz benliği sunmamızı sağlıyor – ne çok az, ne çok fazla, tam kararında.(5) Fakat kendini çoğaltmanın bu yeni ve incelikli halinde köle kim oluyor? Kurduğumuz uçucu çevrimiçi kimlik NASA’nın patentine benzetilebilir mi? Yoksa tam aksine, sevgi ve azimle tasarladığımız şeyin gönüllü köleleri miyiz aslında?

Artırılmış İnsan + / Atrofik İnsan –

Soğuk Savaş döneminde, içinde yeryüzüne benzer ortamlar barındıran zırhlı giysilerle yaşama elverişsiz bölgelerin fethini vaat eden astronot ve balık adamlar insan bedeninin tasarımını yansıtıyordu. Yeni bir evrensel insan özneyi tanımlayan özel tasarımlı artırılmış insan, daha büyük bir kültürel ilgi odağı haline gelmişti. Vitruvius Adamı ya da Le Corbusier’nin Modulor’undan farklı olarak, bir bütün olarak insanlığı temsilen kozmik bir özne olarak idealleştiriyordu. Bu mekanize figürler kobay olarak ileri sürülüyordu: hassas girdi/çıktı ölçümlerinde insan unsurunun temsilcileri.

NASA’nın 1974’te aldığı “efendi/köle” patentinin geçmişte birçok örneği vardır. 1950’li ve 1960’lı yıllar, ABD Donanması ve Ordusu’nun desteğini alan General Electric gibi büyük taşeron firmaların öncülüğünde mekanize köle uzuvlarla insanın kabiliyetlerini artırmayı hedefleyen birkaç programa tanıklık etmiştir. Kopyalanmış biyonik aksamları ve mekanize parçalarıyla artırılmış insan, yalnızca gelecekte uzayın keşfi için bir hazırlık olmaktan ziyade, savaş amaçlı bir zırhlandırılmış dış iskelet tasarlama girişimiydi.

General Electric mühendisi Ralph Mosher, fazladan uzuvları olan ve özerk bir şekilde çalışmak yerine doğrudan insanın sinir sistemine bağlanan birkaç robotik prototip geliştirerek Sibernetik İnsanbiçimci Makineler (SİM) üzerine kapsamlı bir araştırmaya öncülük etti. Mosher bu türden bir birleşmeyi -nöronlarımızın arzuyu harekete çevirmesini- kafasında bir çeşit evlilik olarak canlandırıyordu. Kendi ifadesiyle, “insan ve makine esasen evlendirilmiş tek bir sistem olarak işleyecek içli-dışlı, sembiyotik bir birim yaratacak şekilde birleştirilebilir. Sibernetik insanbiçimci makine (SİM) kuraldışı güç ve konum örüntülerine hem insanın bilgi ve kontrol sisteminin çevikliği hem de makinenin gücü ve sağlamlığıyla karşılık verecek.”(6) Bu evlilik Mosher’in tüm SİM’lere eklediği kilit özellik olan güç geribildirimiyle daha da kusursuzlaştırılıyordu. Yaptığı makinelerde kontrol altındaki uzuvların ortamla etkileşimine dair bir his vermek amacıyla belli bir seviyede güç insan kullanıcıya geri bildiriliyordu.(7)

1956 yılında Life dergisinin kapağında bir kadına paltosunu tutan robot olarak yer alan “Yes Man”, uzaktaki bir kullanıcı tarafından kontrol edilen bir grup robotik koldan oluşan 1958 tarihli “Handyman”, 1962 yılına ait “The Pediculator” adlı yürüyen makine, 1969 tarihli, dört bacaklı “Walking Truck” ve son olarak da 1965’le 1971 yılları arasında geliştirilmiş olan “HardiMan”, Mosher’ın efendi/köle manipülatör projelerinden bazılarıdır. “HardiMan” ismi, “Human Augmentation Research and Development Investigation” (İnsan Artırma Araştırmaları ve Gelişim İncelemeleri) ifadesinin kısaltmasına “MANipülatör” kelimesindeki “MAN”ın eklenmesiyle ortaya çıkmıştır. “HardiMan” 1965 ile1971 yılları arasında evrilmişti ve kullanıcının güç beslemeli bir dış iskelet çerçevesine yerleştirildiği ilk deneylerden biriydi. Handyman uzaktan kontrol edilirken, kullanıcı HardiMan’in iskeletinin içinde oturuyordu ve iskelet onu taşıyan kişinin kaldırma kabiliyetini ve gücünü artırıyordu.

Başka hükümet kurumları da General Electric ve Mosher’ın insan-makine kontrol arayüzlerine hızla ilgi duymaya başlamıştı, bu kurumlar arasında ARPA (İleri Araştırma Projeleri Ajansı), Savunma Bakanlığı ve ABD Donanması da vardı.(8) HardiMan’in dış iskelet donanımı Cornell Üniversitesi Havacılık Laboratuvarı tarafından geliştirilmeye devam etti, 1968 yılında John McHale’in Design Quarterly dergisinin kapağına çıktı ve ondan sonra da McHale’in en uzun süren saplantılarından biri haline geldi. The Future of Future (Geleceğin Geleceği) başlıklı ufuk açan kitabında, McHale sırf içindeki insanları kaplayan karmaşık mekanik karoserlerden değil, aynı zamanda insanla makine arasında sinir ve kaslardan gelen motor uyarıları alıp yapay kaslara ileten sağlam geribildirim döngülerinden de bahsetmek için “Man+” (“İnsan+”) terimini icat etti.(9) Mark Wigley’in ortaya attığı gibi, McHale’in yapay uzuvlar ve eklembacaklılar benzeri eklemlere olan hayranlığı, insan bedeninin sırf aksesuarlarla bezenip artırılmasının ötesinde, bedenin bir tür kontrollü yapay ekoloji olarak yeniden inşası için de duyduğu prostetik bir arzuyu yansıtıyordu.(10)

Birçok bakımdan, insan sinir sisteminin uzatılması bedeni bir bilgisayara bağlamaya benzer. Bir bilgisayar ara yüzünde insan ve lojistik işletim sistemleri farklı seviyelerde birbirleriyle bağlantılıdır, iki taraf da birbirinden etkilenir. Bilgisayar, insanın hem bilgi dağarcığını geliştiren hem de güdülerini betimleyen bilgiler aktarır. Bazı durumlardaysa bilgisayar/makine, insana artık ihtiyaç duyulmayacak derecede üstün gelebilir. Yunan mimar ve sibernetikçi Takes Zenetos’un 1967 yılında tasarladığı “Posture Chair” (“Duruş Sandalyesi”) prototipinde durum buydu.(11) Sandalye bedeni eşleyen bir alıcı olarak uyku, çalışma, egzersiz, cinsel birleşme de dâhil tüm insan faaliyetlerine uyum sağlamak -ve aynı zamanda dijital yansıtmalar ve maddi olmayan mikro-ortamlarla kişinin boş vaktini zenginleştirmek- üzere tasarlanmıştı, bütün bunlar sandalyenin koluna yerleştirilmiş bir tuş takımı aracılığıyla yönetiliyordu. Sıcaklık, ses ve görsel efektlerin kontrolüne yarayan bir dizi elektromekanik cihazla donatılmış olan sandalyenin kas ve sinir sistemlerini yeniden duyarlı hale getirip “hizmet sektöründe çalışan insanların gündelik hayatlarındaki dezavantajları azaltması” planlanıyordu.(12) Bir kontrol işleme sistemi aracılığıyla kullanıcı zamansal mikro-iklimler, ses manzaraları ve elektronik dijital görüntüleri özelleştirebiliyordu. Zenetos projeyi “uzak faaliyetler için bir uzaktan kumanda ve uzak faaliyetlerin gerçekleştirilmesine yardımcı olan optik-akustik bağlantılar için bir kontrol merkeziyle donatılmış seyyar bir omurga aracısı” olarak tanımlar.(13)

Posture Chair, bedenin kabiliyetlerini geliştiriyor olmasına rağmen McHale’in dış iskeleti ve Mosher’in HardiMan’inin içinde bulunanlardan daha farklı bir özne öne sürüyordu. Man+ (İnsan+) anatomik taklit sayesinde daha güçlüyken, bu seferki “Man-“ (İnsan-) sayılırdı. Posture Chair’in öznesi sıkıca bağlanmıştı ancak dik durmuyordu: yumuşak ve tüysüz, pelte gibi ve edilgendi. Prematüre gibi görünen tasarımı hem fiziksel işlev fazlasından -örneğin gereğinden fazla hareket- hem de fiziksel nesne benzeri uzantılardan -kıyafet ve diğer prostetik aksesuarlardan- arındırılmış yeni bir soma (beden) tasvir ediyordu. İnsan- geriletici bir bedensellik içerisindeydi. Posture Chair bedeni en sonunda hareketsiz hale getirmek için tasarlanmıştı, hatta zihin ve duyuları beslerken bedeni atrofiye sürüklüyordu.

Bir bakıma, Man- beyin gücünün en üst düzey hesaplama cihazı haline geleceğini ve çevreyi doğrudan kontrol edeceğini umuyordu sessizce. Beyin elektro-zihinsel dalgalara aşırı duyarlı alıcılar yardımıyla- mekânsal yeniden düzenleme komutlarını hiçbir elektronik devre olmaksızın yayınlayabilen bir bilgi işleyici ve verici olarak canlandırılıyordu. Mekanik uzuvlar, kablolar ve tüm altyapı maddesellikten çıkıp dalga spektrumları, manyetik alanlar ve enerji akışlarına dönüşüyordu.

Artırılmış Eyleyicilik

Geriye dönüp bakıldığında insanın işlevinin artırılması üzerine çalışmalar, beden protezleri ve uzaktan kumandalı robotların askeri ve ticari amaçlı kullanımlarına yönelik devasa miktarda araştırmayla birlikte bugüne dek büyüyen bir miras bırakmıştır. Boston Dynamic’in geliştirdiği, bir hayvanın bacakları gibi şekillendirilmiş, darbeleri emebilen ve her adımda harcadığı enerjiyi geri dönüştürebilen dört bacağıyla zorlu arazi koşullarında sorunsuzca gezinen BigDog’u bunlar arasında en ileri olanıdır.(14) Exponent Inc.’in yarattığı MARCbot (Multi-function Agile Remote-Controlled Robot – Çok İşlevli Çevik Uzaktan Kumandalı Robot) bundan kısa bir süre önce ilk defa ABD polisi tarafından bomba imha makinesi olarak öldürücü bir şekilde görevlendirilmiştir.(15)

Günümüzde her yerde eş zamanlı olarak bulunan farklı türden makineler, büyük veriye dayalı makine öğrenmesi ve duyarlı sistemler göz önüne alındığında, “efendi/köle” cihazlar düşük seviyede hesaplama zekâsı -yani öğrenme yetisine sahip makinelerin sergilediği zekâ- sergilemektedir.(16) Her ne kadar keşif robotu olarak adlandırılsalar da, Amazon’un 2020 yılında göklerimize yayılacak olan insansız hava araçları, BigDog ve MarcBot, efendi olan bir kullanıcı tarafından doğrusal bir komuta zinciri içerisinde kontrol edilir. Efendi/köle temelli her makine tek başına kısıtlı bir işletimsel zekaya sahip olabilir, ancak yine de Benjamin H. Bratton’ın iddia ettiği gibi, kendi başlarına ilerletecekleri bu yayılmanın çapı, kazara ortaya çıkmış bir mega-yapının gövdesini çoktan yaratmış olabilir.(17) Aralarındaki farklılıklara rağmen Man+ ve Man- modern insan durumuyla ilgili kapsamlı bir anlayış oluşturur ve kendi kendimizi nasıl da güvenli bir şekilde -ve tasarımın kendimize ait olduğuna dair boş bir inançla- yeniden inşa ettiğimize tanıklık etmemizi sağlar.

Efendi/köle tasarımları kısmen de olsa, o dönemde yeni yeni ortaya çıkmakta olan dijital bilgi gerçekliğine eşlik edeceği varsayılan imkanlar ve bağlanabilirliğe dayalı bir dünyanın hırslı bir izdüşümü olarak görülebilir. Kapitalist toplumumuzun çıkmazlarını sergilerler: verimlilik, esneklik ve bilgiyle bütünlüğe her an, her yerden erişim yanılgıları. Efendi/kölenin çoğaltılmış bedeni, hem bireyler arasında hem de mekânla kurulan aracılık temelli bir dünya hayal eder. Sürekli bağlı olan varoluşumuz bireylerin çevrelenmişliklerini aynı anda hem içselleştiren hem de dışsallaştıran bir şey olarak artırarak kendilerini olumlamasına olanak sağlıyor. Ancak içe bakıştan dışarı yansıtmaya geçiş, çoğaltılmış bir beden ve benliğin tasarlanmasını gerektiriyor, yeni bir müşterek varoluş ve kamusal alan hayallerimiz de burada ortaya çıkıyor. Efendi/köle modeli, bir özsevgi saçmalığını yansıtıyor -hatta maddeleştiriyor- olmasına rağmen, belki de insan doğasının ve onun yokluğunun elimizdeki en doğru hali.
(1) Plato, Symposium and Critias, Cilt 15 (Library of Ancient Authors), Yunancadan çevirenler B. Dedousis ve G. Kordatos (Athens: Zacharopoulos Publishers, 1999), s.141-143.

(2) Antik Yunanca’da “makine” icat veya beceri anlamına geliyordu.

(3) Asıl köken, Aristofanes’in Plato’nun Sempozyum’unda anlattığı efsaneye göre iki cinsiyetten -erkek ve kadından- önce var olan erkekkadını ifade eder.

(4) Hubert C. Vykukal, Reginald F. King, Wilbur C. Vallotton. 1974. Anthropomorphic master/slave manipulator system. U.S. Patent 4046262 A, başvuru tarihi Ağustos, 24 Ocak Jan. 24, 1974, tasdik edilmesi 6 Eylül 1977.

(5) Sherry Turkle (Şubat 2012). “Connected, but Alone.” https://www.ted.com/talks/sherry_turkle_alone_together, erişim tarihi 22 Haziran 2016.

(6) Ralph S. Mosher, “Handyman to Hardiman,” SAE Technical Paper 670088, 1967, doi: 10.4271/670088. Research and Development Center, General Electric Co.

(7) Engadget, “GE’s bringing good things, and massive robots, to life” AIVAnet içinde (26 Ocak 2014). https://www.aivanet.com/2014/01/gesbringinggoodthingsandmassiverobotstolife/, erişim tarihi 26 Haziran 2016.

(8) agy.

(9) Bkz. John McHale, The Future of the Future (New York: George Braziller Inc, 1969). Ayrıca bkz. John McHale, “Toward the Future,” Design Quarterly, No.72 (Walker Art Center: Ocak 1968) ve John McHale (derleyen), “The Future of the Future” Architectural Design 2000+ özel sayısı (Şubat 1967).

(10) Mark Wigley, “Recycling Recycling” Eco-Tec. Architecture of the In-Between içinde (New York: Princeton Architectural Press, 1999), s.38-49.

(11) Zenetos, 1950’lerden 1970’lere kadar sürdürdüğü Elektronik Şehircilik başlıklı büyük araştırma projesi çerçevesinde “duruş sandalyesi” adlı özel bir mobilya tasarlayıp imal etti. Duruş sandalyesinin tasarımı Ekim 1967’de “InterDesign 2000” adlı uluslararası tasarım yarışmasında mansiyon ödülü aldı.

(12) Takes Zenetos, “City and House of the Future.” Οικονομικός Ταχυδρόμος – Economy Postman, No.924 (6 Ocak 1972), Atina, Yunanistan: 10-12.

(13) agy.

(14) Boston Dynamic, “BigDog,” http://www.bostondynamics.com/robot_bigdog.html, erişim tarihi 27 Temmuz 2016.

(15) Mark Prigg, “First use of a lethal robot by US police: Details emerge of bomb disposal machine Dallas cops used to kill shooter Micah Xavier Johnson”, http://www.dailymail.co.uk/sciencetech/article-3681356/First-use-lethal-robot-police-Details-emerge-bomb-disposal-machine-Dallas-cops-used-kill-shooter-Micah-Xavier-Johnson.html#ixzz4FiJ1MLvJ erişim tarihi 29 Temmuz 2016.

(16) Evangelos Kotsioris ve Molly Wright Steenson, “Computational Intelligence,” gelecek 105. ACSA Yıllık Toplantısı “Brooklyn says “Move to Detroit.” için panel duyurusu (Detroit, 2017).

(17) Benjamin Bratton, “The Black Stack” e-flux içinde (2014). http://www.e-flux.com/journal/the-black-stack/ erişim tarihi 29 Temmuz, 2016.