Superhumanity

Dikey Coğrafyalar Üzerine Taslaklar

Trevor Paglen

Uzun zamandır geleneksel coğrafya anlayışının biraz fazla “yatay” olduğunu düşünmüşümdür. Üretim, eşitsiz gelişme, bölge, ölçek, jeopolitika ve benzeri coğrafi kavramların varsayılmış yatay bir insan varoluşu düzlemi üzerinde kuramsallaştırılmaya meyilli olması kulağa mantıklı geliyor, çünkü insan faaliyetlerinin büyük bir çoğunluğu Dünya’nın yüzeyinde yaşamı destekleyebilecek görece dar bir dikey alana riayet ediyor. Ancak insan altyapıları ve faaliyetleri, derin deniz madenciliği ve denizaltı kablolarından dış uzaya, hatta tartışmaya açık bir şekilde yıldızlararası uzaya kadar dikey bir ekseni de mesken ediniyor. Daha önce de gözlemlendiği üzere farklı gelişim, politika, şehircilik ve alan üretimi topolojileri insan dünya-üretiminin dikey boyutlarını ele aldığımızda ortaya çıkıyor.

Dikey bir coğrafya kuramının nasıl bir çerçeve oluşturduğunu değerlendirmemde bana kişisel olarak yardımı dokunmuş, kendi çalışmalarımdan örnek vaka incelemesi taslakları aşağıda gösteriliyor. Bu kapsamlı bir çalışma değil, gerçek anlamda kuramsallaştırılmış bir şey de yok. Sadece düşündüğüm bazı şeylerin örnekleri.

-20.000ft (Denizaltı Kabloları)

Dünyadaki verinin %99’undan fazlası okyanus tabanına döşenmiş fiberoptik kablolardan geçiyor. Denizaltı kabloları, 20.000ft (6.000m) derinlikte yerküreyi çevreleyerek, kıtaları birleştiriyor ve gezegenin telekomünikasyon altyapısının omurgasını oluşturuyor.

1857’de durdurulmuş bir denemeden sonra, Kuzey Amerika ve Birleşik Krallık’ı birbirine bağlayan ilk yeraltı kablosu 1858’de, savaş gemileri Niagara ve Agamemnon, kendi limanlarından başlayarak döşedikleri telgraf kablolarının uçlarını Atlantik Okyanusu’nun ortasında buluşarak birleştirdiğinde döşendi. İlk kıtalararası konuşma (tamamlanması bir gün sürmüştü) aşağıdaki gibiydi:

Tekrar edin lütfen.
Lütfen şimdilik daha yavaş gönderin.
Nasıl?
Size nasıl ulaşıyor?
Yavaş gönderin.
Lütfen yavaş gönderin.
Size nasıl ulaşıyor?
Bunu okuyabiliyorsanız lütfen bildirin.
Bunu okuyabiliyor musunuz?
Evet.
Sinyaller nasıl?
Size ulaşıyor mu?
Lütfen bir şey gönderin. Lütfen V’ler ve B’ler gönderin.
Sinyaller nasıl?

Bir ay içinde kablo bozulmuştu. 1857 ve 1866 arasındaki diğer denemeler ya başlamadan ya da kısa süre sonra başarısızlığa uğradı. İlk güvenilir kablo 1866 yılında işlemeye başladı. 2016 itibari ile aktif durumda 300’den fazla denizaltı kablosu mevcut.

Kabloların ve iletişimin denizaltı dünyası, kadrosu CIA ve Donanma tarafından ortaklaşa kurulan ABD’li bir istihbarat kuruluşu olan Ulusal Sualtı Keşif Ofisi (National Underwater Reconnaissance Office / NURO) tarafından çalışılıyor. (Keşif uydularının operasyonlarından sorumlu olan) Ulusal Keşif Ofisi’nin kardeş kuruluşu olan NURO, denizaltı araştırmaları, arama çalışmaları, denizbilimsel incelemeler ve denizaltı kablolarının başlıkları da dahil sualtı altyapı çalışmalarının yerleştirilmesi alanlarında faaliyet gösteriyor. 1969’da hayata geçtiğinden beri NURO, USS Parche, Hughes Glomar Explorer, USS Halibut, NR-1 ve yakın zamanda USS Jimmy Carter da dahil olmak üzere birçok özelleştirilmiş gemi ve denizaltıyı kendi operasyonlarını yürütmesi için görevlendirdi. Ulusal Sualtı Keşif Ofisi sözgelimi “karartılmış” bir kuruluş, yani varlığı gizli bilgi.

İnternet kablolarının ve telekomünikasyonun derin-deniz coğrafyaları, insan bedeninin kaldırabileceği derinliklerin çok altında var olan, kelimenin tam anlamıyla batık altyapı sistemleri. Dikey bir eksende denizaltı iletişim ve keşif faaliyetlerinin altına inebilecek tek şey özelleştirilmiş petrol sondaj çalışmaları, Meksika Körfezi’ndeki talihsiz bir şekilde başarısızlığa uğramış Deepwater Horizon platformu, 35.055ft (10.685m) dikey derinliği ile tarihteki en derin petrol kuyusuydu.

0 (Omurga)

Denizaltı kabloların karaya çıkış noktaları çoğunlukla kablo çıkış istasyonu adı verilen binalara bağlıdır. Kablo çıkış istasyonları tipik olarak denizaltı kablolarının yükseltici ve yineleyicilerine (tipik bir denizaltı kablosunun üzerinde üç ila dört bin volt vardır) güç sağlayan penceresiz bir binadır. Birçok örnekte kablo çıkış istasyonları denizaltı kablolarını aynı zamanda karasal “ana taşıyıcı” kablolara, oradan da anahtarlar, çekirdek yönlendiriciler ve diğer ekipmanlar vasıtası ile ortak internet omurgasına bağlayarak, etkin bir şekilde denizaltı kabloları ile karasal internet altyapısı arasında bağlantı kurmak için de kullanılıyor.

Kablo çıkış istasyonları internet ağlarında doğal bir darboğaz oluşturuyor ve bu nedenle NSA gibi kuruluşların özel ilgisini üzerine çekiyor. Çok sayıda NSA belgesinde kablo çıkış istasyonlarının, sıklıkla AT&T (NSA belgelerinde “FAIRVIEW” olarak geçiyor), Verizon (“STORMBREW”), British Telecom (“REMEDY”), Vodafone Cable (“GERONTIC”) vb. yerel telekomünikasyon şirketleri ile işbirliği içinde, el altından veri toplama merkezleri olarak önemleri anlatılıyor.

2,500ft (Devamlı Gözetim)

Modern havadan hafif hava araçları (Aerostat) 1980’lerde, ABD Gümrük Servisi’nin (US Customs Service) Reagan dönemindeki “Uyuşturucu ile Savaş” kapsamında High Rock, Grand Bahamas ve Forst Huachuca, Arizona’ya Bağlı Aerostat Radar Sistemleri (Tethered Aerostat Radar System / TARS) yerleştirmesiyle geniş çapta kullanılmaya başlandı. Sınır bölgelerinde radar gözetimi sağlamak adına tasarlanmış bu hava gemileri sonradan Karayip ve Güneybatı’da: Cudjoe Key, Florida; Deming, New Mexico; Eagle Pass, Teksas; Fort Huachuca, Arizona; Lajas, Porto Riko; Marfa, Teksas; Rio Grande City, Teksas ve Yuma, Arizona’ya yerleştirildi.

Afganistan ve Irak’ın ABD tarafından işgal edilmesi sonrası, ABD Ordusu işgal ettiği şehirler üzerinde devamlı gözetim yapmak amacı ile Lockhead Martin ile aerostat yapımı için anlaştı. İlk aerostat 2004 yılında yerleştirildi. Takip eden yıllarda ABD Ordusu diğer kentsel alanlar ve savaş alanları üzerine yerleştireceği onlarca yeni aerostat sipariş etti. Gorgon Stare, Kestral ve ARGUS-IS (368 adet cep telefonu kamerası kullanarak 1,8 gigapiksel video görüntüleme sağlayan Özerk Gerçek Zamanlı Çok Mekânlı Yer Gözetim Görüntüleme Sistemi / Autonomous Real-Time Ground Ubiquitous Surveillance Imaging System) gibi askeri aerostatlar gözetim sağlıyor ve nakliyatları izliyor. ARGUS otuz-altı mil karelik bir alanı kesintisiz olarak görüntüleyebiliyor ve otomatik “yaşam motifi” analizi yapmak için, araçları, yayaları ve diğer objeleri algoritmik olarak izleyen otomatik bir takip yazılımı kullanıyor. Diğer alıcı paketleri ise cep telefonu ve coğrafi konum verilerini izlemek, çok bantlı analizler gerçekleştirmek ve yapay açıklıklı radar görüntülemesi ve daha fazlası için kullanılıyor.

Askeriyenin devamlı gözetim sistemlerini savaş alanlarında kullanmasından esinlenen ABD şirketleri, iç güvenlik güçleri için varyasyonlar geliştirdi. Bunların en bilineni, altmış-dört kilometre kare üzerinde 0,5m çözünürlüklü video görüntüsü sağlayan modifiye edilmiş hafif hava araçlarını iç güvenlik için kullanan Dayton, Ohio’daki devamlı gözetim sistemidir. Askeriyenin Kestral sisteminin, Logos adında bir şirket tarafından geliştirilen, ihracat için onaylanmış bir varyasyonundan 4 adet aerostatın Rio de Janeiro Olimpiyatları’nda kullanılması planlıyor. Logos’un başkanı John Marion, Popular Mechanics’e verdiği demeçte “şehrin bir Google Earth görüntüsünü yaratıyor ve her saniye güncelliyoruz. Ayrıca her şeyi saklıyoruz ki sonradan geri dönüp izleyebilelim, televizyon gibi” diyor.
25.000ft (Predator, Reaper, Sentinel İnsansız Hava Araçları)

260.000ft (Sayılar)

1920’lerde amatör telsiz operatörleri 1,3-30Mhz aralığındaki yayınlarda olağandışı bir şey fark ettiler: bu frekanslardaki radyo dalgaları üst atmosferdeki iyonize hava ile karşılaştığında yeryüzüne doğru geri “sekiyordu”. Bu kısa dalga sinyallerin uzun mesafeli iletişim ve çoğu telsiz yayınını sınırlayan “görüş mesafesi” limitinin ötesinde diğer uygulamalar için kullanılabileceği anlamına geliyordu.

Soğuk Savaş zamanlarından bugüne kadar, amatör telsizciler ve devlet kurumları bu sekmeden, propaganda ve haber yayını yapan istasyonlardan, “ufkun ötesinde” radar sistemleri yaratılan ve başka türlü tespit imkanı olmayan bölgelerde belirleme olanağı sağlayan askeri uygulamalara kadar birçok alanda yararlandılar. Kısa dalga yayın yapmak ucuz, sansürlenmesi zor bir uygulama ve aynı zamanda batı dünyasının dışında kısa dalga radyolar oldukça yaygın olarak kullanılıyor. Dahası, başta küresel alt yapılarda saat eşleme uygulamaları, okyanus üstü hava trafik kontrolü ve hava durumu yayınları olmak üzere birçok makineden makineye iletişim için kısa dalga kullanılıyor.

Yerküre ve iyonküre arasında seken muhtemelen en olağan dışı sinyaller ise, tipik olarak bir bilgisayar tarafından üretilen insansı bir sesin görünüşte rastgele olan sayı dizilerini okuduğu ve sonrasında genellikle kendini tanıtma amaçlı imza niteliğinde bir müzik ya da özgün bir sesin kullanıldığı “sayı istasyonları”. Sayı istasyonları istihbarat örgütleri tarafından sahadaki ajanlarla iletişim kurmak için kullanılıyor; sinyalin esas alıcısı, matematiksel olarak çözülmesi imkansız bir şifreleme tekniği olan, “tek kullanımlık şerit” kullanarak sayıları deşifre ediyor. Bir kısa dalga yayının kaynağını bulmak oldukça zor olabiliyorsa da, amatör telsizciler bazı sayı istasyonlarının izini çeşitli istihbarat tesislerine kadar sürmeyi başardı.

160-2.000km (Alçak Yörünge)

Askeri uzay kuramcısı Jim Oberg, “Uzay hakkında anlaşılması en önemli olan şeylerden biri, onun ‘yersiz’ olduğu ve alelade bir ‘sağduyu’ anlayışının burada çalışmadığıdır. Günlük yaşamdan bir şeyle mukayese yaparken buna dikkat edilmeli,” der. Oberg’in anlatmaya çalıştığı şey, yörüngesel uzayda cisimlerin gezegenin yüzeyinde alışkın olduğumuz altyapılardan farklı topolojilere sahip oldukları. Yörüngesel uzay, karasal askeri kuramlarda kullanılan stratejik “yüksek irtifa” nosyonu ile dahi yakından uzaktan mukayese edilebilir bir şey değil, ancak aynı zamanda yörüngesel uzay hiçliğin pürüzsüz, farklılaşmamış, modüle edilmemiş bir yayılması da değil. Yörüngesel uzay daha ziyade Güneş’in, Dünya’nın, Ay’ın ve diğer dış gezegenlerin yerçekimsel etkileşimleriyle, Dünya’nın yüzeyindeki düzensizliklerin yerçekimsel iniş ve çıkışlar olarak dış uzayda kendini göstermesiyle, manyetik alanlar, Güneş’in ışınım basıncı ve başıboş atmosferik moleküllerin yukarı doğru hareketleriyle tanımlanan bir topoloji. Ayrıca, yörüngesel uzayın topolojisi uzay yolculuğu yapan ülkelerin jeopolitik ve ekonomik politika ve anlaşmaları tarafından güçlü bir şekilde etkileniyor.

Alçak Yörünge (Low Earth Orbit / LEO) genel olarak Dünya’dan 160-2.000km (160km altındaki cisimler yörüngede kalamıyor) arasındaki yörüngesel alan olarak tanımlanıyor ve Dünya’nın uydularının büyük bir çoğunluğu bu alanda bulunuyor. LEO’nun başlıca kullanımı uzaktan algılama ve görüntüleme uydularına, bilimsel gözlem sistemlerine ve en popüler uydu telefon ağı olan Iridium sistemi gibi iletişim altyapılarına ev sahipliği yapmak üzerine. Alçak Yörüngeler, Dünya’ya olan yakınlıklarını kısa zaman aralıklarında devasa bir alan üzerinde yüksek çözünürlüklü fotoğraf çekmeyi olası kılarak avantaja çeviren görsel ve radar görüntüleme keşif uydularını da içerisinde bulunduruyor.

Alçak yörüngenin varlığı fiili bir uzlaşma hâline gelen jeopolitik bir garipliğin eseri. Sovyetler Birliği Sputnik’i fırlatmadan önce, kimsenin bir uydunun üzerinde süzüldüğü ülkelerin sınırlarını ihlal edip etmediğine dair bir fikri yoktu. Tarihçi Everett Dolman’ın işaret ettiği üzere, Sovyetler Birliği’nin yörüngedeki bir uydunun üzerinde bulunduğu ülkelerin bütünlüklerini ihlal etmediği yönündeki tesisi, Eisenhower yönetimini içten içe sevindirmişti. Bazı tarihçiler, Eisenhower yönetiminin Sovyetler’in yörüngeye ilk uyduyu yerleştirmesine izin verdiğini iddia edecek kadar ileri gittiler; geliştirilme aşamasında olan ABD casus uydularını Sovyetler’in ortaya çıkardığı emsali kullanarak, oldukça tehlikeli U-2 casus uçak programına başvurmadan, Rus iç bölgelerinin üzerinde uçarak keşif gerçekleştirmek için kullanabilecekleri fikrine güveniyorlardı.

Günümüzde hâlâ ülke sınırlarının uluslararası bir anlaşmayla tesis edilmiş dikey bir limiti yok. Hava gemileri ve balonların işleyebildikleri en yüksek irtifa 37km civarında iken uyduların işleyebildikleri en düşük irtifa 160km. Bu “gri bölge” pratikte hiçbir araç tarafından normal şartlar altında kullanılmadığı için, dikey hakimiyet bölgelerini sınırlamak adına uluslararası bir anlaşma tesis etmek gereksiz olarak kabul ediliyor.

36.000km (Jeostatik Yörünge)

“Dünya-yörünge-uzayı” teriminde karasal bölge ile en çok müşterek ilişkisi olan “uzay”, Jeostatik Yörünge (Geostationary Orbit / GEO), ekvatorun 36.000km üzerinde, yalnızca birkaç kilometre genişliğinde olan ince bir yerçekimsel halka. Bu alan Dünya’nın orduları, istihbarat örgütleri ve şirketleri için oldukça önemli çünkü GEO yörüngesine yerleştirilen cisimler, Dünya’nın kendi etrafında döndüğü hızla aynı oranda hareket ediyorlar. Jeostatik yörüngede bulunan bir cisim etkin olarak Dünya yüzeyindeki belirli bir alanın üzerinde “havada” asılı kalır ki bu Jeostatik Yörünge’yi iletişim uyduları için ideal bir alan yapar. Jeostatik Yörünge’nin “çalıştığı” uzay alanı çok ince ve en iyi jeostatik boşluklar sınırlı olduğu için Uluslararası Telekomünikasyon Birliği (International Telecommunications Union /ITU) Jeostatik Yörünge’deki alan dağılımını düzenleyici tedbirler uyguluyor.

Hepsi aslında temel bir “iletişim uydusu” tasarımının basit varyasyonları olan ticari ve askeri iletişim uydularının, veri bildirim uydularının ve televizyon ve yayın uydularının mesken tutuğu jeostatik kuşak, küresel askeri ve ticari telekomünikasyon sistemlerinin temel bir parçası. Şaşkınlık yaratmayan bir biçimde jeostatik kuşak aynı zamanda aşağıdaki gezegenden dışarı yayılan her türlü iletişimi soğurması için tasarlanmış birçok sinyal istihbarat (signal intelligence / SIGINT) uydusuna da ev sahipliği yapıyor.

Yeryüzünden 36.000km irtifada olan Jeostatik Yörünge, alçak yörüngedeki (160-2.000km) uydulardan çok daha uzakta. Bu durum jeostatik kuşağın yerden gözetlenmesini oldukça zor kılıyor. ABD ordusu karşı-istihbarat ve gizli harekatlar için teknolojiler ve teknikler geliştirdikçe, GEO’ya yerleştirilen altyapının önemi giderek artıyor. 1990’ların başında “PROWLER” isimli gizli bir araçla ve yakın zamanda da “MiTEx” (Mikro-uydu Teknoloji Deneyi / Micro-satellite Technology Experiment) uzay aracı ile yola çıkarak, ABD ordusu Jeostatik Yörünge’de tespit edilmeden dolaşabilecek küçük ve gizli uzay araçları inşa etmenin peşinde. Bu uyduların nihai hedeflerinin diğer ülkelerin askeri ve ticari iletişim altyapılarını açıp kapayabilme imkanına sahip olmak ve bunu hedef alınan kurumun saldırıyı herhangi spesifik bir faile bağlayamayacağı hatta saldırı ve mekanik hata arasındaki farkı anlayamayacağı bir şekilde yapmak.

Uzun vadede jeostatik uzay araçları Dünya’nın iletişim omurgasının bir parçası olmakla kalmayacak, aynı zamanda insanların en uzun soluklu yapıtlarından bazıları da olacaklar. Kuşak, Dünya’dan o kadar uzakta ki GEO uzay araçları (uzaya çıkabilmiş az miktarda atmosferik molekülün, alçak yörüngelerdeki uzay araçlarına doğru sürüklenmesi sebebiyle oluşan) yörüngesel çürümeye maruz kalmıyor. Erozyondan, volkanik faaliyetten, yağmurdan, rüzgardan ve diğer jeomorfik olaylardan muaf bir çevre olan jeostatik yörüngedeki bir uzay aracı olasılıkla üç milyar yıl boyunca, insanlar yok olduktan çok sonrasında ya da şu anki insan formuna bir ıstakoz kadar yabancı yeni bir yaşam formuna evrileceğimiz zamanlara kadar bir bütün hâlinde kalabilir.

60 ışık yılı (Gökada)

Dünya Dışı Zeka Arayışı’nda (Search for Extraterrestrial Intelligence / SETI) çalışan araştırmacılar, kendi disiplinlerinin temelinde bir çıkmaz yattığının farkındalar. Kimse dünya dışı bir medeniyetin (extraterrestrial civilazation / ET) neye benzediğini bilmiyor. Bu sebeple bilim insanları sıklıkla insan medeniyetinin uzaktaki bir yıldız etrafındaki bir medeniyetin gözünden nasıl görünüyor olabileceğini sorguluyor. Anlaşılan o ki, Dünya yirmi-dört saatlik bir periyotta radyo dalgalarının iniş ve çıkışlarından oluşan belirgin spektral imzası ile kozmik bir deniz fenerine benziyor.

1979’da astronom W. T. “Woody” Sullivan, Washington Üniversitesi’nde iki lisans öğrencisi ile artık klasikleşmiş “Kulak kabartmak: Dünya’nın Radyo İmzası” isimli makaleleri üzerinde çalışıyordu. Sullivan ve öğrencileri Dünya’dan yayılan en güçlü sürekli sinyallerin, balistik füzeleri tespit etmek ve yörüngedeki uyduları takip etmek amacıyla kullanılan askeri radar sistemlerinden kaynaklandığını buldular. Peşi sıra konvansiyonel televizyon yayınlarında kullanılan taşıyıcı dalgalar geliyordu. Araştırmacılar 1957’de önemli askeri radar sistemleri faaliyete geçtiğinden beri “Dünya’nın gerçekten de oldukça parlak bir gezegen hâline geldiği, hatta bazı dar frekans aralıklarında Güneş’ten çok daha parlak olduğu” hükmüne vardılar.

“Kulak Kabartma” isimli makalede, astronomlar Dünya’nın gökadasal ayak izinin 60 ışık yılı uzaktaki (askeri radyo dalgalarının yayınlanmaya başladığı 1950’lerden beri aldıkları mesafe) komşu gezegenlere kadar eriştiğine işaret ettiler. Dahası, yabancı bir medeniyetin Dünya’nın radyo imzasını inceleyerek “kültürümüze dair ilk başta düşünüldüğünden çok daha fazlasına” dair çıkarım yapabileceklerini ifade ettiler. Yazarların kanısı “bu kadar büyük miktarda gücün kaçmasına izin verdiğimize dair bu verinin, müsrif doğamız hakkında”, “hatta gökadamızdaki çevresel kirliliğe dair etik yoksunluğumuz” hakkında bir işaret olarak algılanabileceği yönünde. Ayrıca gezegenimizin radyo imzasındaki tekrar eden iniş ve çıkışlar, insan toplumlarını betimleyen ekonomik eşitsizlik ve insan medeniyetini karakterize eden politik, bölgesel ve kültürel ayrımlara dair kuvvetli bir belirti olarak algılanabilir.

1960’larda başlayıp 2013’te son bulan, dünyanın en güçlü radyo kaynağı Lake Kickapoo, Teksas’ta 216.983MHz frekansında 768 kW yayan bir sinyaldi. Halk arasında “Çit” ya da “Uzay Çiti” olarak bilinen Lake Kickapoo vericisi, askeriyenin uzay gözlem ağının bir parçası olarak kıta ABD’si üzerinde konumlandırılmış uyduları takip etmek amacıyla kullanılıyordu. Çit 2013 yılında kapatıldı, ancak 2019 yılında hayata geçmesi planlanan Kwajalein Atoll’daki yeni bir verici onun yerini alacak.