Superhumanity

Sanki Kastenmiş Gibi

Raqs Media Collective

1936 yılında ‘denklem’ henüz herkes tarafından bilinmiyordu ve bir arama motorunda herhangi bir konuya bakılabilmesine daha on yıllar vardı.(1) Bir şeyi unuttuysanız veya konuyu kavrayışınızda bir boşluk varsa hâlâ arada sırada “bir arkadaşa telefon etmeye” muhtaç oluyordunuz. Bilgiye erişim için yapılmış en iyi ve en verimli tasarım yine de bilgi sahibi olan insanları tanımanızı gerektiriyordu. Isamu Noguchi, bir Einstein hayranı olan arkadaşı Buckminster Fuller’a denklemi bilip bilmediğini soran bir telgraf çekti.(2)

Fuller’ın Noguchi’ye yanıtı -beş cümlelik, 264 kelime uzunluğunda bir Western Union telgrafı- nasıl aynı anda hem çılgınca konudan konuya atlayıp hem de sımsıkı bir kesinliğe sahip olunacağına bir örnektir.(3) O sırada henüz hayalperest olarak tanınmayan tasarımcı-mühendis, sanatçının sorusunu yanıtlamak için fizikçinin denklemini karman çorman eder. Noguchi’ye yanıtında Fuller, Einstein’ı kendine özgü tarzıyla yeniden tasarlar, açıklar, sıkıştırır ve karmaşıklaştırır.

En yalın haliyle bu olayın temellerini biz insan mıyız? veya nasıl insan olunur? soruları ve bunların çeşitlemelerinin nasıl yanıtlanacağı sorunu için bir tür metodolojik model olarak alıyoruz. Yanıtı daha demin dilinizin ucunda olan bir soruya karşılık vermeniz gerektiğinde başka ne yapabilirsiniz ki?

Fuller’ın verdiği yanıtın, Vikram’ın akıl hocası ve işkencecisi olan (bir kelime oyunu içeren adı “zaman tükendi” anlamına gelir) cin Betaal’a yirmi beş defa vermek zorunda kaldığı türden bir yanıt olduğundan şüpheleniyoruz: Betaal’ın sorduğu ve çözümlerinin Vikram’ı, dünyanın ölülerinin koyulduğu yerde geçici olarak bulunan bu zaman dışı varlığı taşıma zorunluluğundan kurtaracak her bilmece için bir tane.(4)

Betaal, Vikram’a belki “Yaşamla ölüm yarışsa kim kazanır?” diye sorar. Belki Vikram şöyle yanıtlar: “Yaşam, saat yönünde ölüme doğru koşan bir saat kadranı üzerindeki saat kollarının saatin aksi yönündeki hareketidir. Yaşam da, ölüm de sayıları okumak zorundadır – biri zamandan kaçmak için, diğeriyse zamanın yönünde koşmak için. Ölüm henüz kazanmaz, yaşam hâlâ kaybetmez ama hakemin parmağı hep start tabancasının tetiğini çekmektedir ve alarm hiç susmaz.” Belki de Betaal “Aferin bilge kral, iyi oynadın ama bakalım bir sonraki ve en iyi bilmecemin özüne inebilecek misin?” der. Ve böylece uzayıp gider.

Vikram’ın yanıtlarının ya da Fuller’ın telgrafının ‘tensegrity’sinin, (“gerilim bütünlüğü” – bir Fullerizm’e başvurmak gerekirse) bir tür kontrollü iletişimsel kaosun belirtisi olduğunu söyleyebiliriz. Şaşırtıcı ancak tutarlı olan ve anlamak için hâlâ çabaladığımız bir sonuca sahip.

… CANLILARIN ÖZGÜL VASFI ENERJİ SALMA DERECESİNİN VE YÖNÜNÜN KASITLI OLSUN OLMASIN KONTROLÜ VE SIRF ÖZ MEKANİZMANIN DEĞİL, ÖZ MAKİNEDEN AYRILMIŞ MEKANİZMALARIN KULLANIMIDIR VE TÜM CANLI VE CANSIZLARIN İZAFİYETİ EINSTEIN FORMÜLÜ DOLAYIMIYLA KURULUŞ POTANSİYELİDİR

Diğer bir deyişle, yaşam mekanizması (canlıların özelliği), enerji salma derecesi ve yönü üzerinde kasıtlı veya istem dışı kontrol sağlama yeteneğinin yanı sıra, diğer canlılar ve cansız varlıklardan ayrılarak bu bölünmenin sonucu olan ya da zaten var olan ilişkiler yaratma gücünü içerir. Yaşam, bağdaşan, bölen, çarpan, ilişki kuran ve bunları yaparak güzelleşendir. İnsan yaşamı, böyle yaptığının bilincinde olan ve muhtemelen yine de böyle yapmaktan zevk alandır.

Bu yönden bakıldığında her insan ve canlı olan her varlık, termodinamiğin normalde evrenin ve içindeki tüm maddenin zaman geçerken kendini kalıcı olarak kaosa doğru israf ettiğini öngören ikinci yasasının geçici birer yenilgisidir. Ancak bir tesadüf veya plan olarak Yaşamın özelliği, devam ettiği sürece her seferinde sonsuz küçüklükteki bir yaşamla biyolojinin fiziği zekâsıyla alt etmesidir. Bir örümcek ağının ipliği kadar kısa ömürlü ve güçlüyüz. Bir nefeste yok olup bir fırtınaya dayanabiliriz. Diğer her şey sıradandır.

Termodinamik dağılışın dip dalgasına yakalanmış haldeyken bile derişik yaşama şiddetinin bir zirvesini cisimleştirmek demek, zamanın hem içinde hem de dışında olmak demektir. Böyle bir zirveden diğerine atlayarak yaşamak, süreklilik arz eden her türlü etki ve sürece ait akışın, akımın, çaprazlama geçişlerin, çarpışmaların, döngülerin, katların ve kargaşalığın şiddetini deneyimlemektir. Zaman katmanlardan oluşan, katlar halinde düzenlenmiş, çatlaklardan bir kafesle çevrilmiş, şekil değiştiren bir varlıktır. Zaman büyür, küçülür, sallanır, bir yukarı, bir aşağı kıvrılır. Zaman bir düzenbazdır, kılıktan kılığa girer, saklambaç oynar, zaman geçirmeye çalışır.

Zamanın bize nüfuz eden, bizi yakan, okside eden güçleri farklı türlerde ivmelere karşılık verir – gezegeninkilere ve gezegen dışında da bunların karmaşıklıklarına. Bu güçlerin metabolik süreçlerimiz üzerindeki bozucu etkisi hakkında sadece sönük bir farkındalığımız var. Hâl böyleyken, aslen hücresel seviyede ölmek zorunda kalana dek düzenli kalmayı istemeye meyilliyiz. En sonunda termodinamik hüküm sürer ama her yaşam, her bir hücrenin iradesinin, tüm atomların yoluna karşı bilinçli bir başkaldırısıdır. İnsan kalabilmek için bu plana ve bu açlığa bağlı kalmalıyız. Tek tasarım bu. Bir B planı yok.

Yaşarken nispeten yüksek bir bilgi seviyesine ulaşmaya veya bunu sürdürmeye yönelik bir eğilimi açık ederiz, bununla eşzamanlı, sabit ve karşı ağırlığı dengeleyen, entropi ve anlamsızlığa yönelik bir eğilime rağmen. Sonsuzluk tasarımı dondurup düzensizliği çözecektir ama henüz o noktaya ulaşmadık. Saat yönündeki bir evrende saat yönünün aksine koşan yaratıklar gibi davranmamıza rağmen asla da ulaşamayacağız.

Artık Vikram, Betaal’a sorar: “Bitirdin mi?”
Cin yanıt olarak kahkaha atar.
O hiçbir zaman bitirmez; her zaman, çoktan, bitirmemiştir.

Zamana karşı bedenin asi demokrasisindeki her hücreyi birleştiren günlük halkoylaması çokça enerji gerektirir ve bunu soğuk mu soğuk bir evrenden kazarak çıkarırız. En yakınımızdaki şöminemiz, en uzaktaki altın madenimiz güneşten. Eğer evren soğuk, hayalet gibi bir tanrısal varlık, datura ve başka zehirlerle sarhoş olmuş bir Yüce Şiva ise, o zaman güneşler, yıldızlar ve gezegenlerle kuyrukluyıldızlar da Şiva zamanla buluşmasını gerçekleştirmeye giderken neşeyle onun etrafında yanan, dans edip dönen bir sürü ruhtur.

Bizim bu gürültülü kozmik düğüne, soğuk uzay boşluğuyla sıcak zaman arasındaki bu alevli, sarhoş sefahat alemine katılmamız için ne gerekir?

Düşüp kalana dek koşuyoruz. Güneşimiz, seçme hakkı olmadığı için yanıyor. Çok temel bir şekilde dünyadaki (ve bildiğimiz kadarıyla evrendeki) tüm yaşamın kaynağı olsa da güneşin kendisi yaşayan bir şey değil ve bu nedenle eğilimini bir an olsun düzensizliğe doğru, tersine çeviremez. Güneş durmaksızın ölerek enerjisini yaşama cömertçe bağışlar. Bu düzgün bir şekilde çalışır durumda olmak için kullandığımız enerjidir. İyi aziz [Georges] Bataille bize güneşin ölmekte olan bir ışık dışkıladığını ve bizim de hayatta kalmak için bunu yediğimizi öğretti. Biz insanlar, güneşin bilmiş leş yiyicileriyiz; güneş zamanının ukala akbabaları, sırtlanları ve domuzlarıyız.

Temel olarak ışıktan yararlanırız. Ya ışığı (fotosentez yoluyla – örneğin tüm bitkiler) yaşam gücüne çeviren diğer canlıları (başka yaşam biçimlerini) toplarız ya da bitki yaşamını yağmalayan diğer yaşam biçimlerini avlarız. Yaşamak için ışık yiyen yaşamı yiyerek hayatta kalırız. Hâlihazırdaki durumda bu herkes için bolluğu garantiliyor çünkü patlamasının yarattığı sonuçları daha büyük ve daha küçük porsiyonlara bölüştürüp kayırmacılık yapmak için fazlaca uzak bir besin kaynağı.

Bize gelince, biz de karanlık tarafından yeniyoruz. Ve bu bizim tasarımımızdaki hata. Aynaya bakıyoruz ve karşıdan bakan ölümlülüğü görüyoruz. Bize en sonunda ışığımızın tükeneceğini söylüyor. Belki yaratıklar arasında eşi olmayan bir şekilde (filler ve yakın kuzenleri olan memeli deniz canlıları -bazı balinalar ve yunuslar muhtemel birer istisnadır) kendi ölümümüzü, türümüzün ve hatta güneşimizin ölümünü biliyoruz. Şu andan milyarlarca yıl sonra, günün birinde güneşimizin soğuyacağını ve başka yıldızların ışığı altında yuva yapacak ve leş yiyecek yerler bularak bu donma noktasından sağ kurtulmak için hazırlanmak ya da ışık yiyerek geçirdiğimiz günlerin sona ermesinin kaçınılmaz olduğunu kabul etmek zorunda kalacağımızı biliyoruz.

Donmuş güneş mecazı, daha mütevazı ölçeklerde farklı kullanım alanları bulabilir. Kapitalizmin, toplumsal ilişkilerimizin fazlasıyla kırılgan ve herhangi bir yaşama arzusunu taşıyamayacak kadar donmuş hale geldiği bir topyekûn yabancılaşma bölgesine doğru sıfırın altındaki dalışından toplumsal hipotermiye yakalanabileceğimizin farkındayız. Bazen piyasalar çöktüğünde bunun gerçekleştiğini görürüz. Zira sermaye bir ölüm dürtüsü, canlı emeğin göğsünün tepesine çöken ölü emek karabasanı ya da cini olarak kendine gösterir. Betaal gibi sermaye de artık arkadaş canlısı küçük bir şeytandan çok, buz gibi soğuk, sertleşmiş, sessiz bir sorgulayıcıdır; sorularıysa keskin buz sarkıtlarıdır.

Ölü emeğin ağırlığı çok fazlalaştığında sermayenin dünyanın sırtına vurduğu yükü hafifletmek için bildiği tek yol bir miktar safra boşaltmaktır. Zamanımızda bu, kurulu altyapının, yaşamın ve doğanın toptan yok edilmesi biçimini alıyor. Toplumların savaşlarla sonuçlanan iniş çıkışları, bir neslin çıkış yolu aramak yerine toplu törensel intihara kalkışmasının bir ölçüsüdür. Bundan büyük bir tasarım hatası olamaz. Sorun şu: Kişisel trajedi, toplumsal ölüm ve doğal felaket olasılığını bilerek nasıl yaşanır?

1972 yılında bir noktada Fuller, “bir fiil gibi göründüğü” sonucuna vardı.(6) Kendini bir isim yerine bir fiil olarak tarif etmek, kişinin olmak yerine ettiğini iddia etmektir. Olmak, sadece olmak için kişi bir tesadüfün ontolojik ayrıcalığını isteyebilir. Ancak etmek için kişinin çalışan parçalara, bir tasarıma sahip olması şarttır. Aslında tıpkı canlı varlıkların bir şekilde var olduğu gerçeğinde de olduğu gibi yaşamın bir tesadüf olması gayet muhtemeldir. Fakat “yaşam” bir kez başladı mı her yaşam, olduğu şey olmak için ne yapması gerektiğine dair tasarımın dinamizmine bağlı kalmak zorundadır.

Noguchi’nin yaşam öyküsünü yazan Hayden Herrera’dan, sanatçının 1936’da bu friz-duvar resmi üzerinde çalışırken New York Sanatçılar Birliği’nin dergisi Art Front için bir makale yazdığını öğreniyoruz. Metin, geleneksel biçim, malzeme, teknik ve üslupların terk edilmesini isterken yeni araçlar, yeni biçimler ve malzemelerin araştırılması ve bunlarla deneyler yapılmasını savunuyor – boya püskürtme tabancaları, matkaplar ve havalı çekiçlerle bile. “Kağıttan veya lastikten heykeller neden olmasın?” diye soruyordu. Noguchi kamusal ortamlarda sanat davasını destekliyordu ve sanatın hayatın içine yerleştirilmesini savunuyordu. Şöyle diyor: “Kapitalizm her yerde kaçınılmaz ölümle mücadele ediyor – tüm savaş makineleri, baskı ve bağnazlık bu ateşin dumanı gibi.”

Kişinin tasarımının, birikmiş ölü emeğin ağırlığıyla arasında süregiden bir tartışma olduğu anlayışına sıkıca bağlanmak için Fuller’ın ‘ilahi bir tasarımcıya’ olan inancını ya da Noguchi’nin tarihsel yazgı anlayışını bile paylaşmamız gerekmez. Bu durumda tasarım fiillerin isimlere karşı, “olmanın” aksine “etmenin” polemiğidir. Aynı zamanda yaşam arzusunu korumak için ışıktan nasıl faydalanılacağıyla ilgili bir sorundur – ölülerin hem geriye dönük hem de öngörülen yüküne rağmen bölünerek, çoğalarak, ilişkiler kurup serpilerek canlanmaya ait bir estetik ve etik için. Bu, entropi koşullarında bir yaşam biçiminin filogenetik oluşumunun bir özelliği ya da Vikram’ın zaman, yaşam, ölüm, hakikat, adalet, güzellik ve sevgiye dair bilmecelere bir cevap ararken omuzlarında Betaal’ın ağırlığıyla yürümeye devam etme kararıdır.

Doğanın aksine tasarım boşluktan iğrenmez. Bazen gerçekten iyi bir yanıt için beklerken doğru ve/veya zarif yanıt en sonunda çıkıp gelene dek elinde ne varsa onunla idare edebilir.

Noguchi’nin sorduğu soruyu Fuller’ın telgrafla yanıtlamasını beklerken başka bir yanıta rastladığı rivayet edilir. Kendisi için çalışan Meksikalı işçilerden biri gülümseyerek Einstein’ın ünlü denklemini anlamak için başka bir yol sundu.(7)

İşçi, “E=mc2 ‘Estado = Muchas Cabrones’ veya ‘devlet eşittir bir sürü alçak herif’ anlamına gelir.” dedi.

Bu, aşağıdaki kadar geçerli bir yanıttır:

TIRNAK AÇ ENERJİ EŞİTTİR KÜTLE ÇARPI IŞIK HIZI TIRNAK KAPAT IŞIK HIZI ÖZDEŞTİR TÜM IŞINIM HIZI KOZMİK GAMA X MOR ÖTESİ KIZIL ÖTESİ IŞINLAR VESAİRE SANİYEDE YÜZ ALTMIŞ SEKİZ BİN MİL KARESİ ALINDIĞINDA ÜST VEYA MÜKEMMEL HIZ BİLİME HAREKET EVRENİNDE TEMEL KATSAYI İÇİN SONLU BİR DEĞER VERİR STOP

(1) Buradaki “denklem” Einstein’ın özel izafiyeti ifade eden E = mc2 denklemidir.

(2) Japon-Amerikalı heykeltıraş Isamu Noguchi, 1936 yılında Meksiko’daki Abelardo Rodriguez Belediye Pazarında zamanının güçlerini gösteren, tuğla ve çimentodan bir friz-duvar resmi üzerinde çalışırken E = mc2 özel izafiyet denklemini unutmuştu. Denklemi tasarımının içine yerleştirmesi gerekiyordu. Aklından geçen, tarihin kargaşasıyla çevrelenmiş sessiz bir pencere köşesinde denklem üzerine kafa yoran genç bir oğlandı. Bu olayın ayrıntılarıyla ilgili bkz. “Mexico”, Hayden Herrera, Listening to Stone: The Art and Life of Isamu Noguchi içinde (New York: Farrar, Straus & Giroux, 2015).

(3) Fuller’ın Noguchi’ye yolladığı telgrafın tam metni için bkz. “ENERGY EQUALS MASS TIMES THE SPEED OF LIGHT SQUARED STOP,” Letters of Note, August 19, 2011 (http://www.lettersofnote.com/2011/08/energy-equals-mass-times-speed-of-light.html)

(4) Cin Betaal’ın Kral Vikramāditya’ya (Vikram) sorduğu sorular Vetālapañcaviṃśati veya Betaal Pachisi (Betaal’ın Yirmi Beş Hikâyesi) adında ünlü bir “bilmece hikâyeleri” dizisinde yer alır. Hikâye döngüsü hakkındaki Vikipedi maddesi (bkz. https://en.wikipedia.org/wiki/Baital_Pachisi) şu kısa özeti içeriyor: “Efsanevi kral Vikramāditya (Vikram) bir büyücüye ağaçtan sarkan ve ölü bedenleri canlandıran bir vampire benzer bir ruh olan bir vetala (ya da Betaal) yakalama sözü verir. Vikram vetalayı büyücüye götürmekte birçok zorlukla karşılaşır. Vikram vetalayı her yakalamaya çalıştığında, vetala sonu bilmeceyle biten bir öykü anlatır. Eğer Vikram soruyu doğru yanıtlayamazsa vampir tutsak olarak kalmaya razıdır. Eğer kral yanıtı bilip de sessiz kalırsa kafası patlayarak bin parçaya ayrılacaktır. Ve eğer Kral Vikram soruyu doğru yanıtlarsa, vampir kaçıp ağacına geri dönecektir. Kral her sorunun yanıtını bilir; bu yüzden yakalama ve serbest bırakma döngüsü yirmi dört defa tekrar eder. Nihayet, yirmi dördüncü soru kralı afallatır ve böylelikle cin de tutsak edilmeye razı olur.” Raqs Media Collective’in işlerinin Vikram-Betaal motifinin prizmasından süzüldüğü bir not için bkz. Aarti Sethi, “In Rarer Air: Ten Entries in an Untimely Calendar,” Take on Art Magazine 16 (2015).

(5) Şiva’nın “düğününün” bir tasviri için bkz. “The Hideous Groom,” Devdutt Pattanaik, Myth=Mithya: A Handbook of Hindu Mythology içinde (New York: Penguin Books, 2006).

(6) Buckminster Fuller, I Seem to Be a Verb (New York: Bantam Books, 1970).

(7) Bkz. “Mexico,” Hayden Herrera, Listening to Stone: The Art and Life of Isamu Noguchi içinde (New York: Farrar, Straus & Giroux, 2015)