Superhumanity

Kendinden Öte

Jack Self

Eğer bir “çark” görürseniz muhtemelen donanımınızda bir sorun var demektir. Daha çok arabellek simgeleri olarak bilinen bu küçük dijital animasyonlar, yalnızca internet bağlantınız veya tarayıcı hızınız gelen verinin hacmini karşılayamayacak kadar yavaş olduğunda ortaya çıkar. 1990’larda neredeyse her internet sayfası yüklenmeden önce arabelleğe alınırdı, Netscape’in eski çarkı (bir tepenin üzerinde meteor yağmuru sergilerdi) aslında yıllarca World Wide Web’in gayriresmi logosuydu. Bugünlerde ancak video gibi büyük medya dosyalarıyla uğraşırken veya sözgelimi “sonsuz sürüklemeli” sayfalar yeni bir parça yükleyeceği zaman çarkı görürsünüz.

Çarklar genelde dönen bir tekerleğe, fırıldak bir çubuğa, zıplayan bir elipse veya (daha az rastlanan) birbirine geçmiş bir dizi çarka benzer. Bu şekiller bir anda değişiklik olmayacaksa da, bilgisayarın sahne arkasında yine de tam güç çalıştığını belirtmek üzere tasarlanmıştır. Yüzde gösteren bir çubuk yokken sadece bekler ve çarkın hareketinin gerçekten de bir çeşit gelişmeyi temsil ettiğine güveniriz.

Çark zamansal bir kırılmanın işaretidir. Mükemmel derecede yumuşak ve pürüzsüz bir sanal deneyimin önündeki son engeldir. Bedenlerimizin olduğu yerle dijital dünyanın sonsuz atopik akışkanlığı arasında senkronize olamamış bir ayarsızlığa ya da düzensizliğe dikkatimizi çeker. Bu yüzden de çark tüm o yıkıcı üşengeçliği ve bunun ortaya çıkardığı sanayi karşıtlığının tüm işaretleriyle birlikte ziyan olan zamanı simgeler. İşte bu yüzden çarkın ortadan kaldırılması olayların bir ağdaki tüm etkenler tarafından aynı anda bilindiği bir tam uyum paradigması olan “gerçek zaman” fantezisi için elzemdir. On yıllar boyu böyle bir alışverişi destekleyen neoliberaller gerçek-zamanın kolektif karar verme ve kaynak dağılımında kaliteyi artıracağını varsaymıştır. Ancak şimdilerde teknoloji bu vizyona yetişince ortaya çıktı ki gerçek zaman sistemleri de herhangi başka bir model kadar etkisizdir. Onlar da önceki sistemlerin hegemonik eşitsizliklerini sürdürmekte ve hatta servet ve gücün kutuplaşmasını hızlandırır. Onlar da öncekiyle aynı mantıksal hataları, bu sefer daha hızlı yapıyorlar ve çoğu zaman bu süreçte tutarsız geribildirim döngüleri yaratıyorlar. Gerçek zamanlı bir alışverişin etkinliğindeki herhangi bir artış (ki Grossman-Stiglitz paradoksunun da gösterdiği gibi uzun dönemde asgari olacaktır) tamamen hızdan kaynaklanır. Gerçek-zamanın peşine gitmek, gitgide ağ içinde insan etkileşimini tamamen bırakmak (NASDAQ gibi tam-elektronik işlem platformlarında olduğu gibi) veya bilinçli insan düşüncesinin tam sınırlarında, zihnin yarı uyanık dış yüzeylerinde (Instagram gibi marjinal müşteri geri dönüşleri için büyük veri kütleleri gerektiren modellerde olduğu gibi) hareket etmek anlamına gelir. Kritik bir yansımayı tetikleyici bir etken olarak çark bu uyutucu durumu bozmakla tehdit eder.

Gerçek zamanı savunanlar insanlığın kendi kendini düzenleyen arz ve taleplerin olduğu bir ütopyaya doğru ilerlediğini hayal ediyorlar. Bunu başarmak birkaç koşulun önceden sağlanacağını varsayıyor. Öncelikle, tüm bireyler tek bir küresel ağ içine alınmalıdır. İkincisi, bu ağ küresel anlamda sağlam olmalı, tüm parçaları tek bir hıza yüksekltilmiş olmalıdır. Sonuncusu da, ağ içinde kalabilecek tüm tutarsızlıklar veya iç gecikmeler olabildiği kadar azaltılmalı ya da hafifletilmelidir. Gerçekte bu süreç neredeyse tamamlanmış durumda: Dünyada 6.8 milyar etkin cep telefonunu (bunların bir milyardan fazlası akıllı telefon) kullanan yedi milyar insan var. Bu yılın sonunda dünya nüfusunun %85’inin bir 3G ağına erişimi olacak, gelecek yılın sonunda %50’si 4G’de olacak.

Yine de bazı iç engeller ortadan kaldırılamaz. Işık hızında bile büyük coğrafi uzaklıklar gecikme yaratıyor. Ağ eşitsizliğinin etkilerini hafifletmek zorunda olduğumuzdan her zaman çarka ihtiyacımız olacak. Çarkın rolü burada etkinliksizliği veri alışverişinin normalleşimiş bir süreci olarak yeniden tanımlayarak kullanıcıyı genel bilgi akışı içinde tutmak için yeteri kadar yatıştırıyor. Bu etkinliksizlik dönemi için kritik bir eşik, yaklaşık iki saniye olarak sunulan bir süre var. Bu sürenin ötesinde çark öznenin dikkatini tutamaz ve tüm o pürüzsüzlük yanılsaması bozulur. Dolayısıyla bu öğenin fonksiyonu birbiriyle bağdaşmayacak şekilde eşitlikten uzak etkenleri elastik ama kırılmaz bir döngü içine yoğurur. Çark bu yüzden de kaçılamazlık yanılmasmasını korumak ve dünyayla hem uzamsam hem de zamansal olarak aynı bağlama giren ağdan çıkma olasılığını kaldırmak için elzemdir. İçinde olduğumuz gerçek zamanın gerçeği budur: Gerçeküstü bir simülasyon, o kadar kusursuz biçimde pürüzsüz ki gerçekten ayırt edilemez, hatta ona tercih edilebilir.

Her yanı kaplayan senkronizasyon ortamı bireyi talihsiz bir Mekanik Türk’e, varlıklarının her bir parçasını gönüllü olarak metalaştırılmış veriye çevirdikleri oldukça insanlıktan çıkarıcı bir bilgi sürecinin kurbanına çeviriyor. Yaratma yükümlülüğünün egemen olduğu, bireysellik ve kişiliğin ancak bilgi çeşitliliği sağlamak için kullanışlı olduğu bir alışveriş bu. Özünde, gerçek zaman tüm insanları homojen ve değiştirilebilir veri giriş devreleri olarak gören bir model. Artık özgür düşünen varlıklar değiliz, ayrıntı ve önceden hazırlanmmış tercih demetleriyiz. Sürekli çapraz karşılaştırma ve analiz için derlenen ayrı veri bloklarından kötü yapılmış kolajlarız.

Bireyin bu çöküşü 18. yüzyılın sonlarıyla 19. yüzyılda gelen demokrasinin yükselişiyle başlayan Batılı kişisel öznellik tarihinin son safhası olarak ortaya çıktı. O zamanlarda bir vatandaşın başarılı şekilde oy kullanabilmesi için kamu retoriğinin mantık ve tutarlılığını anlayabiliyor olması gerekirdi. Bu gereklilik felsefi ve bilimsel kurallar tarafından tanımlanan kültürel mantığı genel olarak anlayabilmeye tutunuyordu. John Stuart Mill’in üniversite mezunlarının iki oy hakkı olması gerektiğine dair önermesinin temeli de buydu – zira eğitim daha açık bir mantığa eşdeğerdi. Serbest zaman veya çalışmama, seçmenin gelişiminde önemli bir etken olarak görülüyordu, çünkü derin düşünce tasavvura veya bilgeliğe gereken zamanı sunuyordu. Çalışmama, özellikle de edilgenlik hâli, farklı yapıların, düzenlerin, önermelerin ve olguların sentezi ve kritik değerlendirmesi ile düşüncelerin görece tartılması için elzemdir. Bu açıdan anlamsız serbest zaman düşünülmüş düşünceler ortaya çıkarmaktadır. Boş durmak aslında tam anlamıyla vatandaş bir birey olmak üzere öznem gelişim göstermek için gereken zamandır.

Çark etkinliksizliğe el koyduğundan serbest zamanı – dolayısıyla da bireyi – imkânsız hâle getirmiştir.
Birey ve onun dokunulmaz varlığı bugün sorgulanamaz hâldedir, ancak antik Yunanlar ve Romalılar için böyle bir kavram olmadığını hatırlamak önemlidir. Birey etkin bir şekilde Aydınlanma sırasında, bilimsel yöntem, insanlığın evrendeki ayrıcalıksız konumunun farkına varılması ve sonucunda insan merkezli evrenbilime doğru kayış ile birlikte icat edilmiştir. Yukarıda tanımlandığı üzere, birey modern demokrasi için aynı zamanda da bir önkoşul ve dini fikirlerden gelen bir gelişmeydi. Feodal toplumları etkili bir şekilde yönetmek için (ve finansal bir model üretmek için) ortaçağ teolojisi kurtuluşu “ruh”la ilgili kişisel bir proje olarak yeniden tanımladı. Demokratik birey büyük ölçüde “ruh”un laik, entelektüel ve siyasi olarak bölünemez bir oy verme birimine dönüştürülmesinin ürünüdür. Bugün birey tamamen ekonomik bir etkene dönüştürülmüştür: Mantıklı, aptal ve bencil. Bireysel müşteri (dolarlarıyla “oy” veren) kavramının içine gömülü yanılsama pazarda özgür iradenin en sade hâliyle imkânsız olmasıdır. Her bireyin özel ilgisi kendine ait olabilir, ama bunların çıkış noktası kendi değildir. İlgiler bir dizi taktikle, en çok da tahrik edici reklamlarla kolaylıkla üretilebilir. Bireyin sözüm ona “kendi ilgisi” piyasa güçlerinin telkinlerinden doğan bir üründen fazlası değildir. Bu koşullar altında bireycilik sadece sonsuz ve marjinal farklardan gelen kimlik siyasetinin hepimizi homojenize, standart, küresel bir veri sağlayıcı nüfusa dönüştüren ağ akışı mekanizmalarını gizlemeyen bir çeşitlilik yanılsamasına dönüşmektedir.

Kendini ifade etmeye dair (siyasi de olsa estetik de olsa) her türlü çaba bir karakter, hiç değilse bir kostüm giymeyi gerektirecektir. Alt-kültür stilleri veya modanın bir anlamı yoktur, çünkü hepsi de aynı ödeme yöntemleri ve sosyal platformlar aracılığıyla birleşmiştir. Hiç değilse Irak savaşından beri sözde başkaldırı için halk oyunu olarak simgesel bir konuma geldiğinde, protesto etmenin de anlamı yoktur. Birey kavramı bir zamanlar özgürlük, kendini keşfetme ve kişisel ve kolektif iradenin ortaya konuşuna imkân sağlıyor gibi görünüyordu, ancak şimdi boyun eğme ve kontrol mekanizmamız hâline geldi. Belki de hep mi öyleydi? Ne olursa olsun, bireysel öznellikle ilişkilendirdiğimiz her şey yanılsamadır. Anlamlı şekilde birbirinden ayrı olan kimlikler yoktur. Yalnızca kendinin ekonomik metrikleri vardır. Egonuzun sınırlarını tanımlamak için kullandığınız her kategori insan icadıdır.
Tabii bu tekil vücudun hâlâ var olmadığı anlamına gelmiyor. Kendimi herkesten ayrı sesimle, uyandığımda ilk olarak gördüğüm ellerimle, vücudumu kesen kirli sakalımın kaşınmasıyla tanıyorum ve biricik bir organizma olduğumu biliyorum. Bu karşılaştırılamazlık durumu hiçbir şekilde bireysellik kavramıyla bağlantılı değil. Münhasıran kendi menfaatlerimizin peşinden gitmekte ısrar ettiğimiz sürece bireycilik mitini yaşatmaya devam ediyor ve kendi sömürümüze katkıda bulunuyoruz (hatta hızlandırıyoruz). Kendimiz konusunda ısrar ederek dünyayı değiştirme olasılığımızı sınırlıyoruz. Kendine özen, kolektif haklarımıza herhangi bir anlamlı iddianın önündeki tek koca engel oldu.

Bu apaçık vahim duruma rağmen, insanlığın uzun dönem manzarası hâlâ olmulu görünüyor. 21. yüzyıl ilerlerken şüphesiz bir dizi gerçekten varoluşsal tehditle, özellikle de küresel ısınmanın etkileriyle karşılaşacağız. Neyse ki gerçek zaman ağında gezegendeki başka herhangi bir türle kıyaslanamayacak ölçülerde işbirliği hâlinde davranabilmek için teknik araçlarımız var, bu da harikulade bir şey. En kötü kitlesel yok oluş senaryosunda bile küresel toplumdaki saklı servet kutuplaşması muhtemelen hiç değilse küçük bir nüfusun hayatta kalmasını sağlayacaktır.

Bugün insanlık 200.000 yıl önce dünyayı dolaşan atalarından genetik olarak ayırt edilemez hâlde. Bir tür olarak tüm bu ebediyetleri genlerimizi değil, davranışlarımızı uyarlayarak atlattık. En başarılı davranışsal evrimlerden biri birlikte hareket için arzu ve kabiliyetti. Bu özellik önce grup hâlinde avlanma ve barınak inşa etme konusunda yardım etti, ancak sonra dilleri, paylaşılan bilginin yayılımını, karmaşık sosyal yapıları ve sonunda da dijital teknolojileri mümkün kıldı. İnsanlık sadece hayvanları değil, kendisini de bir sürü hâlinde hareket edebilmek üzere ehlileştirdi. Bu anlatı içinde gerçek zamanın yükselişi tamamen mantıklı. Oldukça bireyci bir türe dönüşmek, şimdiye kadar gelen genetik soyumuza tamamen ters olurdu. Hatta, ağın bireyi ne kadar erittiği, emsali görülmemiş kolektivizm gücüyle de tamamen doğru orantılı. Sonuç aşikâr: Birliğin tek kaynağı, bireyin zerrelerine ayrılması.